31 Mart 2008 Pazartesi

Şııııırrrrrrr



Az önce telefonum çaldı, açtım, şırıl şırıl bir su sesi. Bu da yeni bir tür telefon sapığı herhalde, çişimi getirmeye çalışıyo :) diyecektim kiii eşimin "bil bakalım bu ne sesiii" diyen sesini duydum.





Evveeet başardık!!! Kuyumuz nihayet açıldı ve suyumuz akmaya başladı.Şimdi izninizle biraz mutluluk dansı yapacağım, detaylar azzz sonraaaa....

___________________________________



Kuyumuzdan su çıktığı anda çok rahatladığımı itiraf etmeliyim. Sondaj için 115 YTL/m ye anlaştığımız firma su çıkmasa da bizden 90 YTL/m alacaktı. 200 m' lik bir kuyuda su çıkmasa bile yapmak zorunda kalacağımız masraf günlerdir uykularımı kaçırıyordu. Hem paradan hem de sudan olmak vardı. Neyse ki şans bizden yana gitti de suya kavuştuk. (Toplam harcama 24 YTL - KDV dahil)

Kuyu ile ilgili şu detayları vermeliyim. Su aslında 130 m de çıkmaya başlamış ancak biz yaz aylarında yaşanan kuraklıklara küresel sınıma sebebiyle gelecek yıllarda beklenenler eklenince yeraltı sularının gittikçe derinlere çekilmesi riskini de düşünüp kuyuyu 200 m'ye kadar indirmeye zaten karar vermiştik. Hemen hemen herkes de bunu tavsiye etti zaten. Bu arada sondaj için verilen fiyatlar zeminin yapısına, kuyunun derinliğine göre çok değişiyor. Yani bizim verdiğimiz fiyatları kendinize hemen baz almayın. Sondaj firmaları size uygulayacakları tam fiyatı vermek için mutlaka zemin etüdü raporunu istiyor.

Tüm bunların yanında kuyumuza bir de pompa masrafı yapacaktık ki bir arkadaşımızın kullanmadığı bir pompası olduğunu öğrendik ve bunu bize vermeyi teklif edince çok sevindik :) Böylece en azından kendisi ihtiyaç duyana kadar pompayı kullanabileceğimiz için şu anda bu masraftan kurtulduk (en az 2000-3000 YTL) . Dalgıç pompamız şu anda 100m de çünkü daha aşağıda olmak için gücü yeterli değilmiş. Ama zaten bu seviyede bile su sağlaması kuyumuzda 100 m birikmiş su var demek oluyormuş. Akan suyun kalınlığı ise 1,5 inchmiş. Çok gürül gürül sayılmaz ama bize yeteceğini söylediler. Zaten hedefimiz 30 tonluk bir depo alıp suyu pompa ile buraya basmak ve ihtiyacımız olanı depodan kullanmak.

Maalesef bu noktada ciddi bir harcama yaptık ama daha önce de söylediğim gibi su hayat demek. En azından ellerimiz boş kalmadı diyerek kendimizi avutuyoruz :)

27 Mart 2008 Perşembe

Orda bir ev var uzakta...


Daha önceki yazılarda bahsetmiştim aldığımız arsanın içinde 2 tane de taş ev var. İkisi de kaba halde. Dış taş duvarları örülmüş, iç bölmeleri yapılmış, birinin de çatısı ve ferforje pencere demirleri yapılmış. (bkz. sağdaki foto). Evleri ilk gördüğümüzde planlarının kötü olduğunu farketmiştik ama doğrusu zaten bonus oldukları için olmadı yıkarız diye önemsememiştik. Fakat yapılmış bir şeyi yıkmak söz konusu olunca insan bir türlü de kıyamıyor. Biz de uzun bir süre yıkmakla yıkmamak arasında gittik geldik.

Evlerin başlıca kusuru arazideki yerleriydi. Çok kötü olmamakla beraber, biz olsak oralara koymazdik. Sonra taş ustalığı çok iyi değildi. Hele iş iç bölmelerine geldiğinde özellikle çatısı yapılmış olan çok kötü tasarlanmıştı. Evin manzara gören cephesinde banyo ve tuvalet vardı :) Ev manzaraya arkasını dönmüş gibiydi. (Asagida cepheleri numaralandirdiğim fotoğrafa bakarsanız 4 numaralı cephenin içler acısı durumunu görebilirsiniz) Evleri kullansak bile içlerini baştan tasarlamamız şarttı. Ayrıca evler küçüktü yani en azından bizim istediğimizden küçüktü. Evlerin ölçüleri birbiri ile aynıydı. Dış ölçü 8x10 m, taş duvarların kalınlığı 50 cm olduğu için içten içe de 7x9 yani taban alanı olarak net 63m2 olacak şekilde 2 kattı.

Bir yandan evlerin kusurlarını görmezden gelemiyor, diğer yandan da zaten kısıtlı olan paramızla elimizde hazır olan birşeyi yıkıp sil baştan birşeyler yapmanın çok mümkün olmayacağını, en azından hayallerimize ulaşma süresini uzatacağını görüyorduk. Hal böyle olunca şu kararı verdik: Öncelikli amacımız oraya yerleşmekti. Bunu en kısa yoldan yapmalı, sonra ordaki şartlara göre tasarılarımızı şekillendirmeliydik. Yani çatısı olan evi, tasarımındaki bozukluğu giderip çok lükse kaçmadan ama içimize de sinecek şekilde oturulabilir hale getirecektik. Bu eve taşınıp orda yaşamaya başladıktan sonra da ikinci evi ve arazi ile ilgili diğer projelerimizi değerlendirecek ve ondan sonraki adımların kararını o zaman verecektik. Bu karar işimizi kısmen kolaylaştırdı tabii. Hedef somutlaşınca yapılması gerekenlerin listesi çıkmaya başladı.

Aşağıya arsanın Google Earth'den aldığım uydu fotoğrafını, evin 4 cephesinin dış görünüşlerinin ve manzaraya göre konumunu gösteren fotoğraflarını koyuyorum ki bahsettiğim şeyler gözünüzde daha rahat canlansın :)






Öncelikle evin taş duvarları hariç tüm iç duvarları yıkılacaktı. Sonra manzara cephesinde (4 no'lu cephe) yer alan 2 küçük pencere birleştirilip aşağıya doğru büyütülecek ve tuvalete uygun bulunan duvar gerçek kimliğine kavuşturulacaktı :) Sonrasında iç cepheden sıva ile kapatılmış taş duvarlardan sıva temizlenecek ve taş açığa çıkarılacak, taş duvarların derzleri düzeltilecek, evin içine ahşap asma kat ve iç bölmeler yapılacak ve teras büyütülecekti. Bundan sonrası ise tesisat ve ince işlerdi.

İlk adımlar taş işçiliği olduğu için çitlerimiz için gittiğimizde taş ustalarını araştırmaya başladık. Bir kaçını götürüp fiyat ve fikir aldık. Bu görüşmeler sırasında yeni bir süpriz olarak istinat duvarlarımızdan birinde de sorun olduğunu ve taş işine girişince onu da yaptırmak zorunda olduğumuzu farkettik. Fiyatlar çok ilginçti evin iç kısmının yıkımı + temizlenmesi + evin iç kısmında sıva yapılmış alnalrın temizlenip taşın açığa çıkarılması + taş duvarda camın açılması + terasın büyütülmesi + derzlerin yapılması ve istinat duvarındaki tamirat için paket halinde istediğimiz fiyatların ilki ile sonucusu arasında yarı yarıya fark vardı :) Son bulduğumuz ustanın fiyatlarını beğenip, işçiliği konusunda da çevreden referasının iyi olduğunu görünce aklımız onunla çalışmaya yattı. Fakat bu iş de arazide su çıkmasını beklemek zorunda olduğu için zamanlamaya daha sonra karar vermek üzere usta ile sözleşip ordan ayrıldık.

İstanbul'a döndükten sonra rahat rahat fikir jimnastiği yapabilelim diye evin rölövesini çıkarmıştım. Ordaki şartlarda ancak bir deftere karaladığım rölöveyi gelir gelmez elektronik ortama aktarmayı planlıyordum. Ama planlar her zaman hayata geçemiyor :) Döndükten sonra işe güce dalıp uzun bir süre defetere karaladıklarımı oldukları yerde unuttum. Fakat geçtiğimiz hafta internette dolaşırken SmartDraw diye bir programa rastladım. Nerden girdim hangi linki takip ettim de kendimi bu sayfada buldum hiç bilmiyorum ama görünce kafamda bir ampul yandı. Baktım 7 günlük bri deneme sürümü var hemen indirdim ve kurdum.

SmartDraw adından da anlaşıldığı üzere bir çizim programı. Dekorasyondan, peysaja, akış şemasından web sayfasi dizayna kadar geniş bir yelpazede kütüphaneleri mevcut.
Tabi benim ilgimi direk olarak ev planı ve dekorasyon kısmı çekti. Rölövelerimi elektronik ortama geçirmek için güzel fırsat dedim ve başladım çalışmaya.

Evin ölçekli planı çıkınca o kadar heyecanladım ki ne zamandir kafamda dönüp duran ve her fırsat bulduğumda sağa sola çiziktirdiğim iç bölmeleri, mutfak banyo ve eşya yerleşimlerini de çizdim. Aşağıda aklıma en çok yatan planı görebilirsiniz.

Planı özetlersek :

Alt katta; merdiven altına portmanto+ayakkabılık+depo olacak bir alan, mutfak, yemek alanı, salon, çalışma alanı, teras

Üst katta; yatak odası, banyo , açık bir çalışma ve dinlenme alanı (burası aynı zamanda açılınca 2 kişilik yatak olan daybedimiz sayesinde gelen misafirlerimiz için de yatak odası -alanı mı demek lazım :)- olacak ), balkon





Planlarla ilgili birkaç noktayı da açıklayayım ki herşey daha net olsun :

1- Evi olabildiğince az bölmeye ayırmak istedik. Buna hem evi geçici kullanacağımız ve bu süreçte çok odaya ihtiyacımız olmayacağını, hem alan çok büyük olmadığından küçük küçük odalar yerine açık mekanların daha kullanışlı olacağını, hem de gelecekteki olası planlarımıza bu şekilde daha uygun olacağını düşündüğümüz için karar verdik. Mahremiyet ihtiyacı duyulan geçici durumlar içinse pratik bir çözüm olacağına inandığım paravanlar kullanmayı planlıyorum.

2- Planda pembe olarak görünen alan galeri şeklinde bırakıldı yani bu kısımda ikinci kat tabliyesi yok, bölüm zeminden ikinci katın tavanına kadar açık. Buna da evin şu andaki halinden ilham alarak karar verdik. Şu anda evin yarısı bu şekilde galeri gibi bırakılmış ve gerçekten eve bambaşka bir hava katıyor. Biz biraz daha cimri davrandık ve üst katta daha fazla kullanım alanı yaratmak için evin yaklaşık 1/4 ünü bu şekilde bıraktık. İkinci katta yer alan çalışma odasının da bu alana bakan kısmı da balkon gibi sadece bir korkuluk ile çevrelenmiş olacak. Yani üst katta sadece yatak odası ve tuvaletin olduğu kısımda duvar olacak.

3- Mevcut teras bizim için küçük geldiği için evin 2 cephesinin önünü tamamen teras haline getirmeye karar verdik. Teras'ın üzeri daha sonra ahşap pergole olacak.

4- Üst katta bulunan mevcut betonerme balkon yıkılacak, bir önceki maddede yazdığım pergolenin 4 nolu cephede kalan kısmının üstü cephe boyunca büyük bir balkon olacak.

5- Evi planlarken kullandığımız eşyaların çoğu şu andaki evimizin eşyaları. Giderken mümkün olan en az masrafla gitmek istiyoruz bu sebeple de mevcut eşyalarımızın daha yeni olduğunu gözününe alarak onlardan olabildiğince faydalanmamız gerekiyor. Planı kafanızda canlandırmaya yardımcı olması için aşağıya eşyalarımızın şu andaki evimizdeki fotoğraflarını koyuyorum. Yeni eşyalar içinse ilerleyen zamanlarda oluşacak alternatifleri sizinle paylaşacağım.



26 Mart 2008 Çarşamba

Su akar deli bakar...


Su hayattır denir ama biz şehir çocukları hergün çeşmelerimizden gürül gürül akan sular sayesinde bunun ne demek olduğunu bir türlü tam olarak anlamayız. Biz anladık ama :)

Ağaçlarımızı su olmadan ekmemizin anlamsız olacağını öğrenince bu seferde su işinin peşine düştük. Arsamızın olduğu bölgede birkaç tane artezyen vardı ve bunların derinlikleri hep 150m' den fazlaydı. Burdan hareketle eğer su bulunursa bizim kuyumuzda en az bu derinlikte olacaktı. Peki ama su bulunmazsa :(

Bu ihtimali aklımızdan uzak tutmaya çalışarak kuyu açtırmak için öncelikle yapmamız gereken zemin etüdü işlemine konsantre olmaya çalıştık. Ben o güne kadar zemin etüdünde suyun yerinin tam olarak bulunabildiğini sanıyormuşum onu farkettim :)
Meğer böyle değilmiş.

Eşimin mesleği de elektrikle ilgili olduğu için o yapılan işlemi çok daha iyi anladı tabi ama kısaca özetlemek gerekirse yapılan şey yere çakılan 2 çubuk arasından akım geçirilerek akım değerlerine göre yerin ne tür katmanlardan oluştuğunu çıkarmak ve suyu tutabilecek olası katmanları belirlemekmiş. Yani ben ne kadar kesin zannediyorsam o o kadar afakiymiş.

Arazi 15 dönüm, zemin etüdü en fazla 3 ya da 4 örnek noktada yapılıyor ve ortaya da sadece olası bir sonuç çıkıyor. Böyle olunca aldı bizi bir korku. Tamam zemin etüdü yapılacak bu zaten kanuni gerek izinler için yaptırmak şart ama bize suyu gerçekten gösterecek mi? Kuyumuzdan su çıkmazsa halimiz harap çünkü bu durumda sondaj firmaları kuyuda kullanacakları boru hariç tüm masraflarını alıyorlar ki bu da fiyatın %85-90 gibi bir kısmını her halukarda ödemek demek. Yani biz hem su bulmak zorundayız hem de yeri konusunda bir tek deneme şansımız var :)

Ne yapsak ne yapsak derken bir tanıdığımız kendisinin bu işi yapan bir arkadaşı olduğunu ve suyu çubukla bulduğunu söyledi. İlk tepkimiz "hadi canım, batıl inanç, koca karı işi şeylerle su mu bulunur" oldu tabii.

Tepkimizin böyle olacağını tahmin eden arkadaşımız kendi arazisinde bu yöntemle nasıl su bulduklarını anlattı, arkasından bölgede profesyonel tarım yapan birkaç kişiden de benzer şeyleri dinledik. Biz böyle teredütler içinde gidip gelirken arazimize komşu organik tarım yapan biriyle tanıştık. Ona fikir danıştık, zemin etüdü şu bu derken laf çubukçuya geldi. Biz daha çubukçu der demez adam gülmeye başladı, hah dedik adam dalga geçecek bizimle. Fakat beklediğimizin aksine adamın söylediği şu oldu. "Ben arazime 4 tane kuyu açtırdım, bunlardan 3 ünün yerini zemin etüdü ile birini ise çubukçuyla belirledik. Şu anda sadece 1 kuyumdan su çıkmaya devam ediyor, o da çubukçunun açtırdığı". Şaşırdık tabii. Anlaşılan bu iş bizim sandığımız kadar mistik birşey değildi. Bize zemin etüdünü yaptırmamızı bunun kuyunun açılması sırasında faydalı olduğunu ama kuyunun yerini kesin çubukçuya belirtmemizi salık verdi.Bütün bunlardan sonra artık bir çubukçuya arsayı göstermek farz olmuştu. Biz de tanıdığımıza arkadaşına haber vermesini rica ettik ve ertesi gün için randevulaştık.

Ertesi gün öğleden sonra gidip çubukçuyu aldık, arabayla arsaya giderken adam bizi birden durdurdu. Arabadan inip bir zeytin dalından Y şeklinde bir dal kesti, daha doğrusu V-Y arası bir şey :). Sonra tekrar binip tamam devam edelim dedi. Arsaya vardık. Biz o kadar inançsızdık ki olayı görmemiz bile yetmeyecek diye kameramızı bile getirmiştik. Adam çubuğu Y nin iki bacağı avuçlarının içinde olacak şekilde tuttu, tek uzun kısmı karşı tarafı gösterecek ve sopa yere paralel duracak şekilde ellerini kalça kemiğinin hemen üzerinde karnının üstüne dayadı. Adamın çubuğu tutuşunu taklit etmeyi denediğimde şunu farkettim ki ellerinin hiçbir hareketi ile çubuğu haraket ettirmesi imkansızdı. Çok ilginç bir tutuştu sanki çubuğu kilitler gibi. O anda aklımdan eğer çubuğun kalktığını görürsem bunu adamın yapmadığına inanacağımı farkettim. Adam arazide yürümeye başladı. Hepimiz nefesimizi tutmuş gözlerimizi dört açmış adamı izliyorduk. Adam dolaştıkça bazı yerlerde sopanın karşıyı gösteren ucunun havalanıp inmeye başladığını görünce çığlığı basmışım :) Gerçekten de sopa bazı yerlerde kalkıyor sonra tekrar iniyordu. Sonra adam öyle bir yere geldi ki çubuk adamın nerdeyse burnuna değecek kadar kalktı, 1,5 m kadar bir alanda sopa öyle kaldı ve sonra tekrar indi. Ben küçük dilimi yutmak üzereydim. Hemen kamerayı çıkarıp kayıda geçtim. Adama aynı yerden 1-2 kere geçti gerçekten de o 1,5 m'lik bölgenin üzerinde çubuk sanki canlı birşeymiş gibi kendi kendine kalkıyordu. Adama biraz daha dolaştıktan sonra sopanın ilk kalktığı yerleri gösterip oralardan başlayan küçük su damarlarının olduğunu, son geçtiği -sopanın çıldırdığı- yere kadar gelip birleştiklerini bu sebeple de o bölgede su olduğunu söyledi. Şaşkınlık ve mutlulukla karışık bir heyecanla teşekkür ettik ve kendisin tekrar aldığımız yere bıraktık.

Çok ilginç bir deneyimdi gerçekten de. İnanmayanlar ya da şüphe duyanlar için çektiğim videoyu en kısa zamanda buraya koyacağım. Ayrıca şunu eklemeliyim ki biz bu işi tanıdık diye hiçbir ücret ödemeden yaptırdık ancak genelde yaklaık 500 YTL gibi bir ücret karşılığı yapıldığını sonradan öğrendik.

Tüm bu heyecan ve doğa üstü görünen işlerden sonra gerçeğe döndük ve zemin etüdü yaptırmak için bir kaç firma ile görüşüp bir tanesi ile anlaştık (Etüd ücreti 700 YTL). İzleyen gün gelip zemin etüdünü yaptılar. Sonuçları 15 gün sonra göndermek üzere sözleşip biz de şehrimize geri döndük.

Bu anlattıklarımın üzerinden 1,5 ay geçti ve bizim kuyumuz hala açılmadı. Neden mi?Uzaktan iş yapmak çok zor çook.

Döndükten sonra zaten 15 gün etüd sonucu bekledik. Bu arada da sondaj için firma aramaya başladık. Kuyumuz derin olacağı için sondajı her firma yapamıyordu. Sorduk soruşturduk özellikle birini çok tavsiye ettiler. Fiyat aldık çok pahalı geldi.Çevremizden souşturduk başka birini buldular, fiyat da uygun. "Tamam" dedik rapor gelince başla işe. Rapor geldi, adamı aradık şu anda elimde iş var 10 gün sonra dedi. 10 gün sonra 2-3 gün sonra dedi. 2-3 gün sonra baktık yine bizi atlatma modunda biraz kurcalayınca adamın bir önceki işinde sorun çıktığını öğrendik.Midemiz bulandı, baktık olmayacak bize bu adamı bulan kişiye geri döndük ve durum böyle böyle napıcaz dedik. O da bize ilk tavsiye edilen kişiyi araştırdığını ve derin kuyu konusunda herkesin onu tavsiye ettiğini biraz paraya kıyıp ona yaptırmamızın daha iyi olacağını söyledi.

Toplam 1 ay sonunda yine aynı noktaya gelmiştik. Üzülsek mi yoksa zaten sonradan problem olabilecek bir adamla çalışmaktan kıl payı kurtulduk diye sevinsek mi bilemedik. Tavsiye edilen kişiyi aradık, onun da o anda işi vardı, 15 gün sonra dedi -bu 15 gün standart zaman herhalde :). Peki dedik, sen işin bitince ara biz gelelim işi başlatalım. 15 gün sonra aradı 1-2 günlük işim kaldı dedi, tamam dedik.
İzinler (izin harçları + takip masrafları= 500 YTL) için belgelerimizi gönderdik ve eşim yarın yola çıkmak üzere planını yapmıştı ama lodos ve yağış yüzünden şu anda plan cumartesiye sarkmış durumda.Bu ertelemenin son olmasını umuyor ve bir sonraki yazımda artık suyumuzun çıkmış :) olmasını diliyorum.

Bu arada ben de boş durmuyorum ve evimizin içini projelendiriyorum. Evlerle ilgili şimdiye kadar neler yaşadık ve bundan sonra ne planlıyoruz, bu da bir sonraki yazımın konusu olsun.

25 Mart 2008 Salı

Gülümüzün ilk dikenleri....

Evet girizgah bir peri masalını andırabilir ama her gülün dikenleri olduğu da bir gerçek. Biz de gülümüzün canımızı yakan ilk dikenleri ile çok geçmeden karşılaştık.

Bunlardan en önemlisi aynı zamanda en çok istediğimiz şeydi :) yani arsamızın mümkün olduğu kadar büyük olması (ilk yola çıkarken listemizde yazan 10-20 dönüm şeklinde bir hedefti). Bunun ne kötülüğü var diyebilirsiniz, hemen söyleyeyim en kötü yanı tamamen duygusal :))

Arazimizi aldığımızda içinde hiç ağaç yoktu ve tabi biz yemyeşil bir yer istediğimiz için ilk önce burdan başlamaya karar verdik. Ancak arazinin çevresini çevirmeden ağaç dikmemiz anlamsızdı çünkü bölgede otlayan keçi ve koyun sürüleri oldukça çoktu. Çit olmadan dikeceğimiz ağaçlar bize yeşillik değil ancak onlara mama olurdu. Böylece ilk yapılacak iş çitlerin yaptırılması olarak belirlenmiş oldu.

İşte burda arsamızın büyüklüğünün nasıl büyük masraflar açtığının ilk canlı örneğini gördük.
İlk başta (eşimin de sektörde tanıdıkları olduğuna ve bu konuda yardım alabileceğimize güvenerek) soldaki fotoğraftaki gibi kalın dokuma çitlerden yapmayı planlamıştık. Sonra bu işi yapanlarla görüşüp biraz da araştırma yapınca bu çitlerle iyi bir sonuç alabilmek için altına mutlaka alçak da olsa bir duvar yapmamız gerektiğini öğrendik. Arsamızın çevresinde 600m' lik bir duvar yapılması bize ciddi bir ek maliyet getirecekti. Sadece bu da değil dokuma çitler normal çitlerden önemli bir miktarda pahalıydı.

Dokuma çit :
(6mm tel kalınlığı, 2 mt yükseklikte,
boyalı)

Bizim aldığımız en iyi fiyat : 15 YTL/m2 x 1160m = 17.400 YTL

Duvar : min 5000 YTL

TOPLAM MALİYET ¨ 22.400 YTL

Ayrıca hala kafamızda şekillendiremediğimiz bir konu daha vardı ki o da araziyi 15 dönümlük tek bir parça olarak kullanmak isteyip istemediğimizdi. Aklımızda geleceğe dair bir çok proje vardı ve bunlardan bazıları araziyi parçalara ayırmayı gerektirebilirdi. Bütün bunları gözönüne alınca kalıcı olup olmayacağından emin olamadığımız bir iş için hem duvar hem de dokuma çit masrafına girmenin akıllıca olmayacağına karar verdik. Yukarıdaki çitlerden vazgeçip arazimizin sınırlarını bir buldozer ile tesviye ettirip sağda gördüğünüz klasik eğik beton direkler ve örme çitler ile tüm arazimizi çevirdik ki bu bile bayağı bir meblağ tuttu :)

Örme çit :
(5 cm gözlü 1,5 mt yükseklikte galvanizli örme tel,
3 sıra dikenli tel,
eğik beton direk)

Bizim aldığımız en iyi fiyat : 15,5 YTL/m x 580m = 8.990 YTL

TOPLAM MALİYET : 8.990 YTL

Buldozer, sadece çit değil arazide bazı temizleme ve düzeltme işleri de yaptı. Piyasada saat ücretleri normalde 60-70 YTL. Biz toplam 25 saat için 1.400 YTL verdik. (Eğer ilk çiti seçseydik ayrıca duvar temeli için de çalışması gerekecekti
ki bu da bize ek maliyet getirecekti.)

Tüm çalışmalardan sonra artık arazimiz ağaç dikimine hazırdı. İşte problemlerimizden biri de tam bu noktada başladı :)

Ağaçları Aralık-Nisan ayları arasında dikmeyi tercih edin dediler. Biz de sonbaharda araştırmalara başladık. Önce internet ve telefon ile uzun araştırmalar yaptık, gittiğimizde ise Manisa' dan Ödemiş' e bölgedeki tüm önemli fidanlıkları gezdik. En sonunda Urla' da istediğimiz ağaçları, arzu ettiğimiz büyüklükte ve kesemize uygun fiyatla bulduk. Sınırlar için leylandi (solda, 2,5 mt 3+1 yaşında 14 YTL), arizonika (alt sağda, 2 mt 3+1 yaşında 12 YTL ), top çam fidanları (bedava, bunların hikayesini ayrıca anlatırım). İç kısımlar için yine top çam, leylandi, limoni mazı, 2 tane büyük zeytin (büyük zeytin ağacıları kökleri ile sökülüp başka yere dikilebiliyormuş, bunu da öğremiş olduk, tanesi 100 YTL), 2 çeşit (edremit yeşil ve gemlik siyah tanesi 3 YTL) zeytin fidanları vesaire vesaire... (Toplam 400 adet ağaç maliyeti 3.500 YTL)

Hepsini satın aldık ve sonraki 2 gün içinde teslim edilmesi için anlaştık. Fidanlık sahibi amca hoş sohbet ve cana yakın biriydi. Bize, fidanları getirirken arabayla beraber gelip araziye bakmayı ve dikim ile ilgili fikir vermeyi önerince çok sevindik. Gerçekten de ertesi sabah saat 9:00' da arazide buluştuk. Fakat haberler iyi değildi. Bizden önce oraya varmış ve toprağı incelemişti. Normalde ağaçlar kış mevsiminde dikildiğinde yağışlar ile doğadan aldığı suyun tutması için yeterlli olduğunu (ki biz de bunu düşünerek kışın ekim yapmayı planlamıştık) ama arazimizin toprağın su geçirgenliğinin fazla olduğu ide ekstra sulamaya ihtiyacımız olduğunu bunun için de arazide sabit su olup olmadığını sordu.

Su konusunda durum şuydu: Bölgede şehir şebekesi olmadığı için bir artezyen kuyu açtırmamız gerekiyordu ancak bölgede su da derindeydi (150 mt ve altında) yani kuyu bize büyük bir maliyet getirecekti. Ağaçlar için konuştuğumuz herkes kışın ekim yaparsak ağaçlar için ekstra sulamaya ihtiyacımız olmayacağını söylemişti ama tabii hiçbiri de toprağı görmemişti. Biz de söylediklerine dayanarak kuyu konusunu inşaata başlayacağımız zamana ertelemiştik. Ancak görünen oydu ki kuyu ağaçları ekmemizin bir ön şartı olmuştu bile. Fidanlık sahibi olan amca eğer fidanları ekstra sulama yapmadan dikersek büyük oranda fire verebileceğimizi söyleyip " öldürtmem siz bu fidanları" dedi şaka yollu :) Bize fidanlarımıza kuyumuz açılana kadar bakabileceğini söyledi ve getirdiği fidanlarını da yüklenip arkasında bizi mahsun bir halde bırakıp gitti.

Evet süprizler çıkacağını birçok şeyin sorun olacağını biliyorduk ama doğrusu sorunlar erken başlamıştı :) Çok moralimiz bozuldu ama işe devam deyip bu sefer hemen suyu çıkarma işinin peşine düştük ki bu da bir sonraki yazının konusu olsun...

Hayallerimiz, Aşkımız ve Evimiz



Seneler seneler önceydi, bir hayalimiz vardı...
Acımasız, gürültülü, hırçın şehirlerden uzak, sessiz, huzurlu bir diyarda, önce kocaman bir bahçemiz sonra da o bahçenin içinde küçük, şirin evimiz olacaktı.

Bu çoğunun aksine bir emeklilik hayali değildi bizim için. Şehirde yaşlanıp, sonra da yaşlılığımızı geçirecek bir yer aramıyorduk.

Biz şimdiden kaçmak ve o huzurlu diyarda yaşlanmak istiyorduk. Ama biz de sıradan insanlardık, çok paramız, büyük yatırımlarımız yoktu. Sahip olduğumuz şeyler çalışan iki kişinin geliri, başımızı soktuğumuz bir evimiz ve arabalarımızdan öteye gitmiyordu. Fakat çok istiyorduk, rüyalarımızda görüyor her fırsatta hayallere dalıyorduk.

Bu süre zarfında çok yer gezdik, dolaştık. Aradık, taradık.. Gittiğimiz her seyahatte kendimizi "SATILIK" ilanlarındaki telefonları not eder bulduk. Hayal peşinde koşmak güzel ama bu arada farkettik ki bizim hayalimizin bazı kriterleri de var.

Örneğin, şehirden (bu şehir bizim için İstanbul) uzak olmak istiyorduk ama şehrin nimet ve avantajlarından da tamamen mahrum kalmak istemiyorduk. Gerektiğinde kısa bir yol katederek gerekli sağlık hizmetlerine, sosyal hayata ve bazı ihtiyaçlarımza ulaşmak istiyorduk. İstanbul'a yakın kalmayı düşünmüyorduk, hayalimiz daha sıcak iklimlerdeydi. O zaman dedik ki öyle bir yer bulalım ki güneydeki büyük şehirlerden birinde olsun. Şehrin dışında olalım ama istediğimizde şehre hızlıca ulaşabilecek kadar bir mesafede duralım.

Sonra mesela denizi çok seviyorduk ama deniz kenarlarında arsalar çok küçüktü ama biz yakın çevremizde kalabalık, gürültü istemiyorduk, hedefimiz paramızın yettiği en büyük araziyi almaktı. Eh bu da deniz kıyısında mümkün değildi. O zaman dedik ki mutlaka denizi uzaktan görelim. Elimizi sokamasak da güzelliğini seyredelim.

İşte böyle kriterleri alt alta dizince bir "olması gerekenler" listesine kavuştuk.

Hayaller peşinde koşarken gerçeklerin duvarına tosladık diye endişelendiğimiz anlar oldu. Ama bu liste sayesinde potansiyel bölgeleri hızlıca saptadık. Vee 2 sene önce bir Mayıs sabahı eşimi artık daha somut bir adım atmak için bunlardan en aklımıza yatana doğru yolcu ettim. Bir ön araştırma yapacak, sonra beni de çağıracaktı.

Hergün telefonla uzun uzun konuşuyorduk. Bazı yerler vardı ama sesinden anlıyordum ki hiçbiri gönlüne/gönlümüze göre değildi. Aradan geçen 5 gün sonunda ben de ona katıldım. İlk önce onun ön elemesinden geçen yerleri gezdik. Sonra kasabadaki tüm emlakçıları :)

Önce kriterlerimizi anlatıyor sonra peşlerine takılıp onları görmemizi istedeği yerleri geziyorduk. Emlakçılar bizim deniz kenarından uzak büyük arazi tarifimizi içlerine bir türlü sindiremiyor bizi devamlı denize yakın ama deniz görmeyen yerlere götürüyorlardı. Kendimizi anlatmamız zaman aldı :)

Sonunda yine bir arsa gezmesinden dönerken ben yolun sağında gördüğüm -denizi gördüğü belli- tepeleri işaret ederek "şuralarda bir yer yok mu allahaşkına" dedim. Daha cümlemi bitirmeden emlakçımızın yüzü bir anda aydınlandı. Evet orda bir yer vardı ama uzak diye aklına gelmemişti. Sırf bu tarifi bile bende sempati yarattı ve "hadi siz bize bir gösterin" dedik. İlk sapaktan sağdaki tepeye doğru çıkmaya başladık.

Küçük bir köyün içinden geçtik ve tepenin en üst noktasına geldik. Tepenin ucunda 2 tane taş ev duruyordu. Emlakçı arabayı bunlardan birinin yanında durdurdu. Boş bir arazi beklediğimiz için göreceğimiz arazinin içinde bulunduğumuz arazi olduğunu anlamadık o an. Şaşkın şaşkın etrafa bakarken emlakçımız "işte burası" dedi, "5 dönüm arazi içindeki evlerle beraber satılık...".

Hani ilk görüşte aşk derler ya, bizimki öyleydi işte. 5 dönüm içinde 2 taş ev, manazaraya yüzünü dönmüş öylece bizi bekliyordu. Körün istedigi bir göz allah verdi iki göz...

O kadar beğenmiştik ki ilk dakikalarda sadece ayran budalası gibi bakınabildik. Sonra fiyatı sorduk. İnanılmaz! Bu arsayı alacak kadar paramız vardı. Çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordum. Halimize bakınca birden emlakçınn beğenimizin farkına varıp fiyatı yükseltmek için dolap çevirme olasığılı aklımıza geldi. Uzun zaman bu meslek grubuyla muhattap olunca aralarında çok cinlerinin olduğunu farketmiştik :) Eşimle birbirimize göz kırptık ve başladık sudan bahaneler saymaya: "ay bu evler çok küçük", "daha sadece kabaları bitmiş çok masraf etmek lazım", "hem burda ağaç yok", "5 dönüm küçük". En sonunda orda kalmaya devam edersek bu sahte hali sürdürmekte zorlanacağımızı farkedip "bugünlük bu kadar yeter biz biraz düşünelim" deyip emlakçıyı ofisine bırakmayı teklif ettik.

Emlakçıdan ayrılır ayrılmaz ilk işimiz son sürat arsaya geri dönmek oldu. Çıktık tepemize uzun uzun, doya doya baktık. Sanki mıknatısla çekilmiş gibi ordan bir türlü ayrılamıyorduk. O gün 3 kere araziye gidip geldik. Sonuncu gidişimizde yan arsadaki komşuları halimize kıs kıs gülerken bulduk. Biz de onlara katıldık, hep beraber hem kahve içtik hem de güldük.

O akşam arsayı almaya karar vermiştik. Heyecandan ikimizde uyuyamadık.

Ertesi gün ilk işimiz emlakçıyı arayıp alacağımızı haber vermek oldu. Arsa sahibi arandı, pazarlıklar başladı. Bu arada emlakçımız bir müjde verdi. Almaya karar verdiğimiz arsanın yanındaki 10 dönümlük parselde satılıkmış, istersek onu da alabilirmişiz. Paramız ilk arsaya ancak yetiyordu ama biz arsayı büyütmeyi çok istiyorduk. Herşey o kadar yolunda gidiyordu ki gözümüzü kapatıp bu borca girdik.

Sonunda tüm işlemleri halledip 15 dönümlük arazimize kavuştuğumuzda bile bunun gerçekleştiğine inanamıyorduk. Evet bütçemizi aşmıştık ama sahip şeyi düşününce buna asla pişman olmayacaktık :)

Biz hayallerimizin ilk adımını 2 sene önce attık. Maceramıza başladık :)

Başladığımızdan beri olanlar ve bundan sonra olacakları sonradan bakıp güzel anılar olarak hatırlayabilmek için bir yerde kaydetmek istedim. İşte bu blogun yazılmaya başlanmasının yegane sebebi de budur :)


 
Clicky Web Analytics