14 Kasım 2008 Cuma

Denizli Dönüşü Son Durum

Denizli'den İzmir'e döndüğümüzde ustalar zeminin blokaj taşlarını döşemeyi bitirmiş üzerine de demiri sermişlerdi. Sıra betona gelmişti ama görünüşe göre beton kuruduktan sonra yapılacak olan izolasyon ve tesisat işleri bizim orda olduğumuz sürede yetişmeyecekti. Bu arada kaba beton altında kalacak atık su tesisatının bina ana çıkışlarını ustaya telefonda tarif etmiş hatta çizip bir de faksla göndermiştik. Ancak faks de düzgün çıkmayan bir kısmı usta da yanlış anlayınca tesisatta da birkaç düzeltmeler yapılması gerektiğini gördük.

Zeminin ilk hali


Haftasonu bunlarla ilgilenip pazartesi günü de betonu döktürdük. Beton atıldıktan sonra kuruması bekleneceği için ustalar derz işine tekar başladılar. Derz konusu evde en çok vaktimizi alan konu oldu. Zira evin ilk halinde derz niyetine yapılan şeyler iç acısı durumdaydı. Aşağıda en soldaki fotoğraftan da görebileceğiniz gibi taşların çoğu araları boş, dolu olanlar ise malayla harç fırlatılmış gibi korkunç bir görüntüdeydi. Hem izolasyon hem de görüntü açısından duvarları bu şekilde bırakamayacağımız için uzun ve zahmetli de olsa yapılacaklar listesinde en başa bu işi koyduk. Şimdi fotoğraflara bakarken iyi ki de öyle yapmışız diyorum. İş henüz bitmediği içi tüm evin görüntüsü yok ama yapılan yerlerden çektiğim aşağıdaki detay fotoğrafları bile oldukça fikir veriyor.



Şu anda dış derzlerin yapımı devam ediyor. Evin 1 cephesi tamamen 3 cephesi ise insan boyunda bitmiş durumda, çalışmalar devam ediyor. Aşağıdaki son fotoğrafta derzlerin temizlenmesi bitmiş ama yenilerinin yapımı henüz başlamamıştı.



Aşağıdaki fotoğraflar ise iç tarafta taş duvarların üzerinin sıvandığı yerden detaylar. İlk fotoğrafı Ekim'de çektiğimde sıvalar henüz sadece kabaca sökülmüştü. İkinci fotoğraf ise taşların üzerindeki sıva atıklarının daha ince temizliğinin yapılıp taşın ortaya çıkarılmış hali.



Bu fotoğraflarda ise sıva temizliğinin öncesi ve sonrasının genel görüntüsü yer alıyor.



Bu arada paralelde foseptik için de çalışmaya başladık. Daha önce araziye başka bir iş için dozer geldiğinde foseptiği de kazdırmıştık ancak foseptik duvarlarının elimizdeki taşlardan örülmesi gibi bir fikir ortaya çıkınca taş duvar kalınlıkları yer tutacağı için kuyuyu büyütmenin iyi olacağına karar verdik. Dozeri kısa bir süreliğine çağırıp çukuru büyüttük. Tam boyutunu ölçmedim ama tahminimce 3x3x3m gibi bir şey çıktı ortaya. Çukur hazır olunca ustalar foseptiğin taş duvarlarını da örmeye başladılar.



13 Kasım 2008 Perşembe

Denizli' nin Travertenleri

Döndük dolaştık geldik yine İstanbul'a. Hala sersem gibiyim. Yazı Ege'de bırakıp İstanbul'un kışına gelmek ciddi bir depresyon etkisi yaratmakta. Tek avuntum kurban bayramı tatilinde yine Ege'ye dönecek olmak.Son yazımı Denizli'de bir internet kafeden yazmıştım. Kaldığım yerden devam edeyim.

7 Kasım günü öğlen saatlerinde yola çıktık. Pamukkale'ye gelirken eşimin işlerinden vakit bulursak -benim vaktim çoktu ama arabam yoktu- evin yer döşemesi için traverten bakmayı planlamıştık. Ancak işleri beklediğimizden uzun sürünce planımız "dönüş yolumuz üzerinde bulursak bakarız" şeklinde değişti. Pamukkale-Denizli yolu üzerinde 1-2 yere sorunca yolumuzun üstünde birkaç kilometre ileride büyük bir fabrika olduğunu öğrendik. 5 dakika sonra adı Kömürcüoğlu Mermer olan fabrikaya ulaştık. Fuayedeki teşhir ürünlerine bakmaya başlamıştık ki yanımıza firmanın sahibi Nihat Bey geldi. Kendisinden bahsetmeden geçemeyeceğim çünkü eşim de ben de kendisini çok sevdik ve takdir ettik. Fuayeye ilk girişte odağımız travertenler olduğu için tam ortada duran büyükçe alete dikkat etmemişiz. Sohbetimiz sırasında Nihat Bey dikkatimizi oraya çekti. Tahtadan yapılmış alet meğer antik bir traverten kesme makinasının canlandırmasıymış. Sadece maket değil birebir çalışan makina bölgedeki kazılar sırasında bir mermer tüccarı ya da üreticisina ait olduğu sanılan lahit kapağındaki kabartmadan yola çıkılarak yapılmış. Nihat Bey tarihi yaşatmış ve bize kadar taşımıştı. Kendi mesleğini ve bölgeyi ancak bu kadar güzel temsil edebilirdi.
Sağolsun bize bölgeyi uzun uzun anlattı ama vaktimiz kısıtlı olduğu için sohbetine doyamadık.

Ben antik görünüşlü travertenleri çok seviyorum, özellikle de kenar ve köşeleri yuvarlatılmış eskitilmiş görünenleri. Fabrika girişindeki teşhirde de antiklere takıldım kaldım zaten. Ben antiklerle aşk yaşarken Nihat Bey satıştan birisi yardım için gönderdi. Bize traverteni, kullanım alanlarını, avantajlarını, dezavantajlarını anlattı. Meğer benim beğendiğim o antik görünüşlü olanlar iç mekanlar için çok da önerilmiyormuş. Zaten su emme özelliği olan travertenler, delikli olduğunda çok da toz tuttuğu için iç mekanlarda delikleri doldurulmuş olanları kullanmamızı tavsiye ettiler.

Antik Görünüşlü Travertenler


Bu deliklerin doldurması işlemi de iki şekilde olabiliyormuş: İlk alternatif taşı fabrikada doldurulmuş ve silinmiş olarak almak ki bunun sonucunda nerdeyse pürüzsüz bir yüzey elde ediliyor, ikinci ise taş döşendikten sonra yerinde şeffaf bir dolgu malzemesi ile doldurulması. Bu yolla taşın dokusu kalıyor sadece kaba delikler ortadan kalmış oluyor. Bizim aklımıza ikinci seçenek daha fazla yattı çünkü taşın seramik gibi pürüzsüz olması yerine dokusunu korumasını tercih ediyoruz.

Aşağıdaki fotoğraflardan ilki doğal, ikincisi ise fabrikada silim işlemi yapılmış bir traverten:

Doğal Traveten


Fabrikada Doldurulmuş ve Silinmiş Traverten


Dolgu olayından sonra taşın deseni ve rengi kısmına geldik. Kesimde taşı enine veya boyuna kesmek farklı desenler elde etmenizi sağlıyormuş. Enine kesimde damarların dik kesiti alındığı için taş üzerinde yuvarlak desenler oluşuyor, klasik kesim denilen boyuna kesimdeyse damarlar boyunca kesit çıktığı için çizgili gibi bir görüntü elde ediliyor. Ordaki örnekler arasında klasik kesim (yani damarlı) ve sarımsı bir tanesini pek beğendik. Bu örneğin döşenme şekli de tam istediğimiz gibiydi.

Ben 30x30 cm gibi tüm taşların aynı boy olmasını istemiyordum. Seramik bile yapacak olsak bunu aşmanın yollarını aramayı planlıyordum :) Pattern dedikleri 4-5 ayrı ebatta kesilmiş taşların belli bir desen oluşturarak döşenmesini çok şık buluyorum. Kısacası en çok eğendiğimiz beğendiğimiz pattern desenli, sarımsı ve klasik kesim bir travertenler oldu.

Pattern Örneği


Araştırmamızın fiyat kısmına geçtiğimizde ise fiyatların İzmir'den oldukça ucuz olduğunu gördük. İzmir'de daha önce sorduğumuz yerler bu kalitedeki travertenlere 40-45 YTL/m2 'nin altında fiyat vermemişti ki buna nakliye dahil değildi. Burda ise fiyat 25-30 YTL/m2 . Nakliyeyi de 1 YTL/m2 gibi hesaplayabileceğimizi söylediler ve sipariş verdikten 1 hafta sonra da ürünlerimizi teslim edebileceklerini eklediler. Duyduklarımızdan oldukça memnun kalmış bir şekilde fabrikadan ayrıldık. Sıra yerlerin kaplanmasına geldiğinde, bu işi Denizli'den halledebileceğimize karar verdik ve evimizin alt katını travertenle kaplanmış olarak hayal ederek İzmir'e doğru yola çıktık.

6 Kasım 2008 Perşembe

Dişi Kuş Pamukkale'den bildiriyor.




Herkese merhaba,

26 Ekim'den beri İzmir'deyiz. Daha doğrusu İzmir'deydik. 3 gündür kısa bir ara verip eşimin bir işi için Denizli'ye geçtik. Eşim işleriyle koştururken ben de Pamukkale'de kısa bir tatil yapıyorum. Şu anda da Karahayıt'ta (Pamukkale'ye 5 km, otelimizin bulunduğu belde) bir internet kafeden yazıyorum. Yarın tekrar İzmir'e döneceğiz ve haftaya Salı'da İstanbul'a.

Bu sürede olan gelişmeleri uzun uzun yazacağım elbet ama blogu da uzun süre habersiz bırakmayayım diye kısa bir özet geçmek istedim.

İzmir'e bu gidişimizde kuzenim, eşi, annem ve babam da bizimleydi. Daha önce yazmış mıydım bilemiyorum ama biz arsaları aldıktan kısa bir süre sonra hemen arkamızdaki taş evlerden birini de kuzenim ve eşi satın almıştı. Bizim gidişimizi ve 29 Ekim tatilini de fırsat bilerek onlar da bahçeleri ile ilgilenmek için bizimle gelmeye karar verdi. Kuzenlerin dönüşüne (29 Ekim) kadar olan ilk günler daha çok bizim ve onların bahçeleri ile ilgilenmek ile geçti. Annnemler de yanımızdayken hem bizim hem de kuzenlerin bahçeleri bürümüş otları yolduk, yaktık. Bizim kuruyan ağaçlarımızın yerine ağaç aldık onları ektik, sulamalara ekler yapıldı, meyve ağaçlarımız böceklenmiş onlar ilaçlandı. İki bahçeyi de bayağı elden geçirdik. Hatta kuzenlerin bahçeyi de ağaçlandıracktık ama hem zamanın darlığından hem de şu anda toprak çok kuru olduğu için biraz daha yağışları beklemenin iyi olacağını düşünerek bundan vazgeçtik. Sanırım kurban bayramında bir toplu ziyaret daha yapıp bu sefer onların bahçeyi de şenlendireceğiz.

Biz bahçe işleri ile ilgilenirken ustalar da sıvaların kazınması işlerini bitirmişler, evin çevresindeki istinat duvarının boyundaki boşlukları da alta evden çıkan molozlar üste toprak olacak şekilde doldurup düzenlemişlerdi. Evimizin pencerelerinin alt ve üst kenarları da düzeltilmiş ve sıvanmıştı. Boş anlarımızda Evin derzleri için renk ve şekil denemeleri yaptık ve istediğimizin ne olduğuna karar verince ustalar derz yapımına başladılar. Derz işi tam hız giderken babamın başından beri söylediği evin tabanındaki zemin betonunun sağlamlığı ile ilgili bir test yapmaya karar verdik. Çünkü asma katı ayaklar üzerinde bu betona oturtacaktık ve hiç birimiz evin zemininin nasıl yapıldığı hakkında bir fikri yoktu. Bir kenarından betonu kırıp bakalım dedik. Bir de ne görelim betonun altı kötü bir dolgu, betonda çok ince ve zayıf. Hızlı bir karar ile mevcut zeminin altındaki 40 cm kadar kazıp dolguyu boşaltıp yalıtım da yaparak yeni bir zemin oluşturmaya karar verdik. Ustalar 3 gün zemini kırıp evin içini boşaltmakla geçirdi. Dün ve bugün zeminin en altındaki blokaj taş döşemesi ve üstüne örülecek demirler bitmiş olacak. Yarın da biz dönüp betonu döktüreceğiz. Böylece yeni zeminin kaba katmanı hazır olacak. Bunun üzerine gerekli izolasyonlar yapılıp tesisatlar da döşendikten sonra final şapı atılacak ve zeminimiz hazır hale gelecek.

Bu çalışmalara paralel olarak bir kaç konuda da araştırma yaptık. Pencerelerimiz için ilk başta ahşap görünümlü PVC düşünüyorduk hatta bir firmadan uygun fiyatlı teklif almış nerdeyse karar vermiştik. Ancak son araştırmalarımızda bir de ahşap görünümlü alüminyum doğrama alternatifi çıktı ortaya. Alüminyum deyince hepinizin yüüznüzü ekşittiğini görür gibi oldum :). Bu bildiğiniz o adi alüminyumlardan değil. İzolasyonu PVC'den çok daha iyi ve PVC'den daha dayanıklı bir çeşit doğrama bu. Lüks otellerde falan dış cephelerdeki büyük camlarda falan kullanılanlardan. PVC'den yaklaşık %50 daha pahalı ama doğrusu aklımıza yattı. Hala son kararımızı vermedik ama dönmeden siparişi vermek istiyoruz bu yüzden herhalde bir sonraki yazıda son kararı sizlerle paylaşabilirim.

Bir diğer konu da pencerelerimizin kenarları taş olduğu için ve yüzey tam düz olmadığı için doğramalarda sorun yaşama olasılığımız vardı. Benim zihni sinir eşim buna da bir çözüm buldu. İstanbul'dan getirdiği bir alet ile taşların doğrama girecek kadarını traşlayıp düz bir yüzey elde edebileceğimizi düşünüyordu. bir deneme yaparak gerçekten de aradığımız sonucu bu alet ile alabileceğimizi gördük. Ancak ince bir iş olduğu için ustaların başında olmadan bunu yapmalarını istemedik. Döndüğümüzde beton kuruken yapılacak iş listesinin başında bu konu olacak.

Kısa kısa dedim ama yazdıkça yazılıyor :) Daha yazacak çok şey var ama şimdilik burda kesiyorum. Döner dönmez çektiğim fotoğraflarla beraber uzuun bir yazı yazacağım, söz.

Haftaya görüşmek üzere...

 
Clicky Web Analytics