30 Aralık 2008 Salı

Lütfen Hoş Gel 2009

2008'in son aylarında patlak veren kriz sebebiyle biz de bir bekleme dönemine girdik. Evin kaba işleri (derzler, zemin, foseptik vs..) bitince biz de inşaat sezonunu bu sene için kapattık. Şimdi gözümüz kulağımız krizde bekliyor, beklerken de hayallerimize yeni hayaller ekliyoruz.

Noeli geçmiş olsak da bütün sene iyi bir kız olduğum için Noel Babanın buraların yeni yılına göre de bir gezi düzenleyeceğini umarak kendisine istediklerimi aşağıda listeledim.



Umarım hepimizin hayalleri 2009 da gerçekleşir.

Sağlık ve sevgiyle mutlu bir yıl geçirmenizi diliyorum.

14 Kasım 2008 Cuma

Denizli Dönüşü Son Durum

Denizli'den İzmir'e döndüğümüzde ustalar zeminin blokaj taşlarını döşemeyi bitirmiş üzerine de demiri sermişlerdi. Sıra betona gelmişti ama görünüşe göre beton kuruduktan sonra yapılacak olan izolasyon ve tesisat işleri bizim orda olduğumuz sürede yetişmeyecekti. Bu arada kaba beton altında kalacak atık su tesisatının bina ana çıkışlarını ustaya telefonda tarif etmiş hatta çizip bir de faksla göndermiştik. Ancak faks de düzgün çıkmayan bir kısmı usta da yanlış anlayınca tesisatta da birkaç düzeltmeler yapılması gerektiğini gördük.

Zeminin ilk hali


Haftasonu bunlarla ilgilenip pazartesi günü de betonu döktürdük. Beton atıldıktan sonra kuruması bekleneceği için ustalar derz işine tekar başladılar. Derz konusu evde en çok vaktimizi alan konu oldu. Zira evin ilk halinde derz niyetine yapılan şeyler iç acısı durumdaydı. Aşağıda en soldaki fotoğraftan da görebileceğiniz gibi taşların çoğu araları boş, dolu olanlar ise malayla harç fırlatılmış gibi korkunç bir görüntüdeydi. Hem izolasyon hem de görüntü açısından duvarları bu şekilde bırakamayacağımız için uzun ve zahmetli de olsa yapılacaklar listesinde en başa bu işi koyduk. Şimdi fotoğraflara bakarken iyi ki de öyle yapmışız diyorum. İş henüz bitmediği içi tüm evin görüntüsü yok ama yapılan yerlerden çektiğim aşağıdaki detay fotoğrafları bile oldukça fikir veriyor.



Şu anda dış derzlerin yapımı devam ediyor. Evin 1 cephesi tamamen 3 cephesi ise insan boyunda bitmiş durumda, çalışmalar devam ediyor. Aşağıdaki son fotoğrafta derzlerin temizlenmesi bitmiş ama yenilerinin yapımı henüz başlamamıştı.



Aşağıdaki fotoğraflar ise iç tarafta taş duvarların üzerinin sıvandığı yerden detaylar. İlk fotoğrafı Ekim'de çektiğimde sıvalar henüz sadece kabaca sökülmüştü. İkinci fotoğraf ise taşların üzerindeki sıva atıklarının daha ince temizliğinin yapılıp taşın ortaya çıkarılmış hali.



Bu fotoğraflarda ise sıva temizliğinin öncesi ve sonrasının genel görüntüsü yer alıyor.



Bu arada paralelde foseptik için de çalışmaya başladık. Daha önce araziye başka bir iş için dozer geldiğinde foseptiği de kazdırmıştık ancak foseptik duvarlarının elimizdeki taşlardan örülmesi gibi bir fikir ortaya çıkınca taş duvar kalınlıkları yer tutacağı için kuyuyu büyütmenin iyi olacağına karar verdik. Dozeri kısa bir süreliğine çağırıp çukuru büyüttük. Tam boyutunu ölçmedim ama tahminimce 3x3x3m gibi bir şey çıktı ortaya. Çukur hazır olunca ustalar foseptiğin taş duvarlarını da örmeye başladılar.



13 Kasım 2008 Perşembe

Denizli' nin Travertenleri

Döndük dolaştık geldik yine İstanbul'a. Hala sersem gibiyim. Yazı Ege'de bırakıp İstanbul'un kışına gelmek ciddi bir depresyon etkisi yaratmakta. Tek avuntum kurban bayramı tatilinde yine Ege'ye dönecek olmak.Son yazımı Denizli'de bir internet kafeden yazmıştım. Kaldığım yerden devam edeyim.

7 Kasım günü öğlen saatlerinde yola çıktık. Pamukkale'ye gelirken eşimin işlerinden vakit bulursak -benim vaktim çoktu ama arabam yoktu- evin yer döşemesi için traverten bakmayı planlamıştık. Ancak işleri beklediğimizden uzun sürünce planımız "dönüş yolumuz üzerinde bulursak bakarız" şeklinde değişti. Pamukkale-Denizli yolu üzerinde 1-2 yere sorunca yolumuzun üstünde birkaç kilometre ileride büyük bir fabrika olduğunu öğrendik. 5 dakika sonra adı Kömürcüoğlu Mermer olan fabrikaya ulaştık. Fuayedeki teşhir ürünlerine bakmaya başlamıştık ki yanımıza firmanın sahibi Nihat Bey geldi. Kendisinden bahsetmeden geçemeyeceğim çünkü eşim de ben de kendisini çok sevdik ve takdir ettik. Fuayeye ilk girişte odağımız travertenler olduğu için tam ortada duran büyükçe alete dikkat etmemişiz. Sohbetimiz sırasında Nihat Bey dikkatimizi oraya çekti. Tahtadan yapılmış alet meğer antik bir traverten kesme makinasının canlandırmasıymış. Sadece maket değil birebir çalışan makina bölgedeki kazılar sırasında bir mermer tüccarı ya da üreticisina ait olduğu sanılan lahit kapağındaki kabartmadan yola çıkılarak yapılmış. Nihat Bey tarihi yaşatmış ve bize kadar taşımıştı. Kendi mesleğini ve bölgeyi ancak bu kadar güzel temsil edebilirdi.
Sağolsun bize bölgeyi uzun uzun anlattı ama vaktimiz kısıtlı olduğu için sohbetine doyamadık.

Ben antik görünüşlü travertenleri çok seviyorum, özellikle de kenar ve köşeleri yuvarlatılmış eskitilmiş görünenleri. Fabrika girişindeki teşhirde de antiklere takıldım kaldım zaten. Ben antiklerle aşk yaşarken Nihat Bey satıştan birisi yardım için gönderdi. Bize traverteni, kullanım alanlarını, avantajlarını, dezavantajlarını anlattı. Meğer benim beğendiğim o antik görünüşlü olanlar iç mekanlar için çok da önerilmiyormuş. Zaten su emme özelliği olan travertenler, delikli olduğunda çok da toz tuttuğu için iç mekanlarda delikleri doldurulmuş olanları kullanmamızı tavsiye ettiler.

Antik Görünüşlü Travertenler


Bu deliklerin doldurması işlemi de iki şekilde olabiliyormuş: İlk alternatif taşı fabrikada doldurulmuş ve silinmiş olarak almak ki bunun sonucunda nerdeyse pürüzsüz bir yüzey elde ediliyor, ikinci ise taş döşendikten sonra yerinde şeffaf bir dolgu malzemesi ile doldurulması. Bu yolla taşın dokusu kalıyor sadece kaba delikler ortadan kalmış oluyor. Bizim aklımıza ikinci seçenek daha fazla yattı çünkü taşın seramik gibi pürüzsüz olması yerine dokusunu korumasını tercih ediyoruz.

Aşağıdaki fotoğraflardan ilki doğal, ikincisi ise fabrikada silim işlemi yapılmış bir traverten:

Doğal Traveten


Fabrikada Doldurulmuş ve Silinmiş Traverten


Dolgu olayından sonra taşın deseni ve rengi kısmına geldik. Kesimde taşı enine veya boyuna kesmek farklı desenler elde etmenizi sağlıyormuş. Enine kesimde damarların dik kesiti alındığı için taş üzerinde yuvarlak desenler oluşuyor, klasik kesim denilen boyuna kesimdeyse damarlar boyunca kesit çıktığı için çizgili gibi bir görüntü elde ediliyor. Ordaki örnekler arasında klasik kesim (yani damarlı) ve sarımsı bir tanesini pek beğendik. Bu örneğin döşenme şekli de tam istediğimiz gibiydi.

Ben 30x30 cm gibi tüm taşların aynı boy olmasını istemiyordum. Seramik bile yapacak olsak bunu aşmanın yollarını aramayı planlıyordum :) Pattern dedikleri 4-5 ayrı ebatta kesilmiş taşların belli bir desen oluşturarak döşenmesini çok şık buluyorum. Kısacası en çok eğendiğimiz beğendiğimiz pattern desenli, sarımsı ve klasik kesim bir travertenler oldu.

Pattern Örneği


Araştırmamızın fiyat kısmına geçtiğimizde ise fiyatların İzmir'den oldukça ucuz olduğunu gördük. İzmir'de daha önce sorduğumuz yerler bu kalitedeki travertenlere 40-45 YTL/m2 'nin altında fiyat vermemişti ki buna nakliye dahil değildi. Burda ise fiyat 25-30 YTL/m2 . Nakliyeyi de 1 YTL/m2 gibi hesaplayabileceğimizi söylediler ve sipariş verdikten 1 hafta sonra da ürünlerimizi teslim edebileceklerini eklediler. Duyduklarımızdan oldukça memnun kalmış bir şekilde fabrikadan ayrıldık. Sıra yerlerin kaplanmasına geldiğinde, bu işi Denizli'den halledebileceğimize karar verdik ve evimizin alt katını travertenle kaplanmış olarak hayal ederek İzmir'e doğru yola çıktık.

6 Kasım 2008 Perşembe

Dişi Kuş Pamukkale'den bildiriyor.




Herkese merhaba,

26 Ekim'den beri İzmir'deyiz. Daha doğrusu İzmir'deydik. 3 gündür kısa bir ara verip eşimin bir işi için Denizli'ye geçtik. Eşim işleriyle koştururken ben de Pamukkale'de kısa bir tatil yapıyorum. Şu anda da Karahayıt'ta (Pamukkale'ye 5 km, otelimizin bulunduğu belde) bir internet kafeden yazıyorum. Yarın tekrar İzmir'e döneceğiz ve haftaya Salı'da İstanbul'a.

Bu sürede olan gelişmeleri uzun uzun yazacağım elbet ama blogu da uzun süre habersiz bırakmayayım diye kısa bir özet geçmek istedim.

İzmir'e bu gidişimizde kuzenim, eşi, annem ve babam da bizimleydi. Daha önce yazmış mıydım bilemiyorum ama biz arsaları aldıktan kısa bir süre sonra hemen arkamızdaki taş evlerden birini de kuzenim ve eşi satın almıştı. Bizim gidişimizi ve 29 Ekim tatilini de fırsat bilerek onlar da bahçeleri ile ilgilenmek için bizimle gelmeye karar verdi. Kuzenlerin dönüşüne (29 Ekim) kadar olan ilk günler daha çok bizim ve onların bahçeleri ile ilgilenmek ile geçti. Annnemler de yanımızdayken hem bizim hem de kuzenlerin bahçeleri bürümüş otları yolduk, yaktık. Bizim kuruyan ağaçlarımızın yerine ağaç aldık onları ektik, sulamalara ekler yapıldı, meyve ağaçlarımız böceklenmiş onlar ilaçlandı. İki bahçeyi de bayağı elden geçirdik. Hatta kuzenlerin bahçeyi de ağaçlandıracktık ama hem zamanın darlığından hem de şu anda toprak çok kuru olduğu için biraz daha yağışları beklemenin iyi olacağını düşünerek bundan vazgeçtik. Sanırım kurban bayramında bir toplu ziyaret daha yapıp bu sefer onların bahçeyi de şenlendireceğiz.

Biz bahçe işleri ile ilgilenirken ustalar da sıvaların kazınması işlerini bitirmişler, evin çevresindeki istinat duvarının boyundaki boşlukları da alta evden çıkan molozlar üste toprak olacak şekilde doldurup düzenlemişlerdi. Evimizin pencerelerinin alt ve üst kenarları da düzeltilmiş ve sıvanmıştı. Boş anlarımızda Evin derzleri için renk ve şekil denemeleri yaptık ve istediğimizin ne olduğuna karar verince ustalar derz yapımına başladılar. Derz işi tam hız giderken babamın başından beri söylediği evin tabanındaki zemin betonunun sağlamlığı ile ilgili bir test yapmaya karar verdik. Çünkü asma katı ayaklar üzerinde bu betona oturtacaktık ve hiç birimiz evin zemininin nasıl yapıldığı hakkında bir fikri yoktu. Bir kenarından betonu kırıp bakalım dedik. Bir de ne görelim betonun altı kötü bir dolgu, betonda çok ince ve zayıf. Hızlı bir karar ile mevcut zeminin altındaki 40 cm kadar kazıp dolguyu boşaltıp yalıtım da yaparak yeni bir zemin oluşturmaya karar verdik. Ustalar 3 gün zemini kırıp evin içini boşaltmakla geçirdi. Dün ve bugün zeminin en altındaki blokaj taş döşemesi ve üstüne örülecek demirler bitmiş olacak. Yarın da biz dönüp betonu döktüreceğiz. Böylece yeni zeminin kaba katmanı hazır olacak. Bunun üzerine gerekli izolasyonlar yapılıp tesisatlar da döşendikten sonra final şapı atılacak ve zeminimiz hazır hale gelecek.

Bu çalışmalara paralel olarak bir kaç konuda da araştırma yaptık. Pencerelerimiz için ilk başta ahşap görünümlü PVC düşünüyorduk hatta bir firmadan uygun fiyatlı teklif almış nerdeyse karar vermiştik. Ancak son araştırmalarımızda bir de ahşap görünümlü alüminyum doğrama alternatifi çıktı ortaya. Alüminyum deyince hepinizin yüüznüzü ekşittiğini görür gibi oldum :). Bu bildiğiniz o adi alüminyumlardan değil. İzolasyonu PVC'den çok daha iyi ve PVC'den daha dayanıklı bir çeşit doğrama bu. Lüks otellerde falan dış cephelerdeki büyük camlarda falan kullanılanlardan. PVC'den yaklaşık %50 daha pahalı ama doğrusu aklımıza yattı. Hala son kararımızı vermedik ama dönmeden siparişi vermek istiyoruz bu yüzden herhalde bir sonraki yazıda son kararı sizlerle paylaşabilirim.

Bir diğer konu da pencerelerimizin kenarları taş olduğu için ve yüzey tam düz olmadığı için doğramalarda sorun yaşama olasılığımız vardı. Benim zihni sinir eşim buna da bir çözüm buldu. İstanbul'dan getirdiği bir alet ile taşların doğrama girecek kadarını traşlayıp düz bir yüzey elde edebileceğimizi düşünüyordu. bir deneme yaparak gerçekten de aradığımız sonucu bu alet ile alabileceğimizi gördük. Ancak ince bir iş olduğu için ustaların başında olmadan bunu yapmalarını istemedik. Döndüğümüzde beton kuruken yapılacak iş listesinin başında bu konu olacak.

Kısa kısa dedim ama yazdıkça yazılıyor :) Daha yazacak çok şey var ama şimdilik burda kesiyorum. Döner dönmez çektiğim fotoğraflarla beraber uzuun bir yazı yazacağım, söz.

Haftaya görüşmek üzere...

8 Ekim 2008 Çarşamba

Dişi Kuş Bayram Tatilinde - 2

Bahçedeki gelişmelerden sonra sıra geldi evde yapılanlara.

İzmir'e vardığımız gecenin sabahında soluğu arsada aldık. Önce bahçeyi bir kolaçan ettik sonra da eve gittik. Gittiğimizde evimizin içindeki bölmeler ve kat tabliyesi tamamen yıkılmıştı. Tabliyenin demirlerini üst katta ki sıva sökme işleri için iskele olarak kullanmak üzere kesmeden bırakmışlardı. Bir usta üst katta diğeri alt katta sıvaların kabasını söküyordu. Varışımızdan kısa bir süre sonra bu iş de bitti.



Sonrasında dışarıdaki küçük balkonu yıktılar ve manzara cephemizdeki 2 küçük camın arasını yıkarak büyük tek bir cam yaptılar.





Sıra asıl büyük iş olan ve aslında biz gitmeden başlayacaklarını umduğumuz kabası sökülen sıvaların ve derzlerin ince temizliğiydi. Fakat gittiğimizde kalfanın bizim ayarladığımız adam dışında başkasını bulamamış olmadığını gördük. Hem kendiden bekleneni yapmamış hem de bu durumdan bizi haberdar etmemişti. Etseydi biz ona işçi bulabilirdik. İlk hayal kırıklığımızı bu konuda yaşadık.

Bu arada kendisi bazı denemeler yapmış fakat sıvayı sökmede çok başarılı bir sonuç alamamıştı. Bu durum planlarımızı oldukça aksattığı için ilk başta canımız sıkıldı. Daha önce yazdığım gibi işin biz gidene kadar kolaylanacağını ve elektrik tesisatını da yapabileceğimizi düşünmüştük. Ancak görünen oydu ki elektrik işi bayram süresine yetişmeyecekti. Napalım geç olsun güç olmasın dedik ve sorunu çözmek için beraber birkaç deneme daha yaptık ve sıvaların duvar ıslatıldıktan sonra çok sert olmayan bir metal spiral fırçası ile süpürülerek düzgün şekilde temizlendiğini gördük. Kalfanın bu işi biz gelmeden akıl edip yapamamasına ve işlerin gecikmesine üzülerek gerekli malzemeleri almaya gittik. İstediğimiz spiral fırçalar yoktu ancak ertesi gün temin edilebilecekti, bu yüzden günün kalan kısmında kapı babalarının dikilmesi işiyle ilgilenmeye karar verdik.



İzmir'e gitmeden önceki hafta babalar için kalıp vs gibi şeyleri ayarlamıştık. Silindir şekli istediğimiz için kalıp için en temiz PVC boru olur diye düşündük. Zaten diğer alternatif saçtan kalıp yaptırmaktı ki o da benzer bir maliyette olduğu için kolay yolu seçelim dedik. 31.5 cm lik PVC borular bizden önce kalfanın eline ulaşmıştı. Babaların boyu ve konumlarını da çizip fakslamıştık. Bu bilgilere göre Mehmet kalfa babaları dökmeye başlayacaktı. Gittiğimizde babalardan biri dökülmüştü ama bir sorun vardı. Kapının bulunduğu yer biraz eğimli. Mehmet Kalfa babaların yerini hazırlarken bu eğimi farketmiş ve eşimi aramıştı. Eğim ne kadar dedik 15 civarı dedi. Eşim de o zaman bir taraftan 7,5 cm traşlayıp diğer tarafa dolgu yapalım dedi. Okeyleşildi işe başlandı. Fakat gittiğimizde gördük ki ne bir taraf traşlanmış ne de diğer taraf doldurulmuş ve üstüne bir de aradaki eğimden doğan kot farkı 15 falan değil 40 cm civarında. Canımız ikinci defa sıkıldı tabii. Sonuçta biz başında durmadan bu kadar basit işler bile yürüyemeyecekse daha ince ve hesap kitap isteyen işler nasıl yürüyecekti. İşin kötüsü babanın biri dökülmüştü bile onu sökmeden çözüm bulmak için Mehmet kalfayla konuşmaya başladık. Fakat konuştukça canımız daha da sıkıldı çünkü hatasını kabul edip çözüm üreteceğine bu şekilde kullanılabileceği konusunda bizi ikna etmekten ne dediğimizi bile dinlemiyordu. Gerginlik tırmandıkça tırmandı, en sonunda eşim olaya el koydu. Görünen oydu ki yolun traşlanması ve ordan çıkan toprakla da diğer tarafın doldurulması gerekiyordu. Bunun içinde bir iş makinası gerekecekti. Bir kaç telefon görüşmesinden sonra o da ertesi güne ayarlandı ve hem önceki gece geldiğimiz yolun hem de gerginliğin verdiği yorgunluk ile işleri paydos edip eve döndük.

O geceyi bu iş nasıl yürüyecek diye kara kara düşünerek geçirdik. Tamam yıkım işi yapılmıştı (o bile beklenenden yavaş olmuştu). Ama bizim ondan asıl beklediğimiz bir ekip kurma onları yönetme, biraz hesap kitap isteyen konularda yetkinlik ve en önemlisi de tecrübesiyle bizi yönlendirmesi konularından hiçbirinde başarılı olamamıştı. Daha da kötüsü yanlış yaptığı bir konuda hatasını kabul etmiyor ve ne desek bize kendi yaptığının doğru olduğunu ispat etmek için uzun bir ikna konuşmasına giriyordu. Sadece inadı bile can sıkıcı olmaya başlamıştı. Mehmet kalfaya işi verirken çok ümitliydik fakat gördüklerimiz ve yaşadıklarımız büyük hayal kırıklığı yaratmıştı. Yine de daha işin başındayız karar vermeden biraz daha fırsat verelim dedik ve ertesi günün daha iyi olmasını umarak uykuya daldık.



Ertesi gün iş makineleri yolu düzeltti, ikinci ve üçüncü babanın yeri ve yolun yeni haline göre belirlendi, gelen spiral fırçaları ile duvarların silinmesine başlandı. Günün kalanın da işleri ustalara bırakıp biz İzmir'den gelen sevdiğimiz dostlarımız ile güzel bir gün geçirdik. Akşam paydos zamanı tekrar eve gittik.

Ustalar ile İzmir'e gitmeden önce yaptğımız konuşmalar da bayramın sadece 1. günü çalışmayacakları şeklinde anlaşmıştık. Mehmet kalfanın zaten bayramlaşacak pek kimsesi yoktu orda ve hemen de evin yanında ikamet ediyordu. Bu yüzden o zaten "ben tüm bayram çalışırım" demişti. Fakat paydos zamanı geldiğinde diğer usta bayramın 2. gününe kadar gelmeyeceğini söyledi. Neyse dedik diğer ustanın olmadığı zaman Mehmet kalfa tek başına devam edebilir. "edersin di mi?" dedik "ederim" dedi.

Bayramdan önce 2. babanın da betonunu dökmek istiyorduk ki biz ayrılamadan üçünü de bitirebilelim. Kalıbın 2-3 günden önce çıkmadığı düşünülürse çok fazla da zamanımız yoktu zaten. Fakat bu iş için 2 kişi gerektiği için diğer ustadan arife günü en azından yarım gün gelmesini istedik, kabul etti.

Bu arada eşim ilk baba yapılırken atladığı bir noktayı da bu babada uygulamaya karar verdi. Konu şuydu: Eşim, babaların kenarında bir kısmı betonun gömülmüş kapının menteşelerinin kaynatılacağı demirler bırakmanın kapının montajı sırasında işimizi kolaylaştıracağını düşünmüştü. Ancak bunu kalfaya söylemeyi unuttuğu ve tabi kalfa da kendisi akıl edemediği için ilk baba da bu nokta atlanmıştı. Ertesi gün ustalar betonu dökmeden demirlerin yerlerine monte etsinler diye ölçüleri çıkardık, yerleri bir kağıda çizdik ve bizzat yerinde de kalfaya da uzun uzun anlattık. Verdiğimiz ölçüler aşağıdaki gibiydi.



Yine de korkumuzdan pazartesi sabahı erkenden başlarına gittik. Gittiğimizde PVC boru üzerine verdiğimiz ölçüleri çiziyorlardı. Güvenimiz iyice sarsıldığı için çizdikleri yerleri bir de bizim önümüzde ölçmelerini istedik. Bir baktık ki orta 90 cm de olması gereken yer 70 cm de çizilmiş. İyi ki gelmişiz diyerek bunu düzelttirdik. Sıra PVC boruya çizilen yerlere metalin çıkacağı yerleri açmaya gelmişti. Biz de nasılsa çizimi düzelttirdik diye işi bırakıp merkeze bazı işlerimizi halletmeye gittik. Geri döndüğümüzde kalfa buyrun bakın işi bitirdik diye bizi babanın başına götürdü. Daha direğe bakar bakmaz gözle bile ortadaki demirin tam ortada olmadığı görülüyordu. Hatayı görür görmez farkeden eşim ustadan demirlerin yerini ölçmesini istedi. Kalfa ölçtüğünde bizim gözümüzle bile gördüğümüz asimetri matematiksel olarak da ispatlanmış oldu. 30-90-150 cm olan ölçüler ilk yanlış halindeki gibi 30-70-150 cm olarak yapılmıştı. Bizim sinirlenmeden söyleyecek bir şey aradığımız kısa sessizliği fırsat bulan kalfa bize çizimdeki gibi yaptığını ama ölçülerin yanlış olduğunu anlatmaya başladı. Sahnenin ne kadar gergin olduğunu tahmin edebilirsiniz. Çok sinirlenen eşim "çıkar şu sana verdiğim çizimi ve ölçüleri" dedi. Adam çıkardı "ölç bakim" dedi ölçtü. Doğal olarak yapılan işin bzim verdiğimiz ölçülerle ilgilisi yoktu. Bunun üzerine usta hala kendisini savunarak "verdiğiniz proje yanlış efendim" dedi. Gören duyanda adama üçüncü boğaz köprüsünü yaptırdığımızı sanır. Ne projesi yaw. Alt tarafı bi direğe 3 tane demir bağlayacaksın. Bu cümle ile nevri dönen eşim önce kalfaya sıkı bir fırça kaydı. Arkasından işi paydos etti ustayı evine yolladı ve kalfayla da o ana kadar oluşan memnuniyetsizliğini aktardığı ve ondan neler beklediğini bir daha hatırlattığı bir konuşma yaptı. Ardından biz de biraz sakinleşmek için ordan ayrıldık. Ancak moralimiz çok bozuldu. Yapılan hatalar çok büyük ve geri dönülmez şeyler değildi elbette ama her seferinde yap-yık yapacaksak o işi bizde yapardık. Orda tecrübeli birini tutup üstüne de bir sürü para vermenin ne anlamı vardı ki. Daha da önemlisi hataların kabul edilmesi bir yana yaptığının doğruluğunu ispat için tükenmez bir ısrarla karşılaşmak oldukça sinir bozucuydu.

Allahtan bayram sevdiklerimizle biraraya gelip rahatlamamızı sağladı. Bayramın verdiği iyimserlikle sakinleştik, yumuşadık. Hatta -herkesi kendimiz gibi düşünerek- belki de bu 1,5 günde biraz düşünmüş ve kendini afettirmek için babadaki sorunu düzeltmiş -bunun kolayca düzeltilebilecek birşey olduğunu söyleyip durmuştu- ve sıvaların söküm işinde de -bayramda çalışacağını söylediği için- biraz olsun ilerleme kaydedilmiş olabileceği hayaline kapıldık. Eşim "acaba adama çok mu yüklendim" diye üzüldü. Tüm bu iyimser duygularla bayramın ikinci günü akşama doğru tekrar eve gittik. Gittiğimizde kalfa çalışmıyordu. Tüm işler bizim arife günü bıraktığımız gibiydi. Eşim ustaya bakmak için kaldığı eve doğru yönelirken ben daha fazla gerginliğe dayanamayağım için bahçeyle ilgilenmeye karar verdim. Eşim yaklaşık yarım saat sonra geldi, suratı beş karıştı. Biz adamı üzdük diye endişelenir ve iyimserlikle adamın hatalarını telafi etmeye çalışacağını düşünürken kalfamız 2,5 gündür gel keyfim yatıyormuş. Eşim hani çalışacaktın dediğinde "diğer usta gelince başlarım" demiş. Bi de üstüne acil para lazım olduğunu söyleyerek avans istemiş. Bizim ağzımız beş karış açık kaldı tabi. Tüm bunlardan sonra kalfa ile yolları ayırmaya kesin karar verdik. Yine de durumunun iyi olmadığını bildiğimiz için bari ay sonuna kadar çalışsın maaşını tam verelim şeklinde bir plan yaptık.

Bayramın 3. günü misafirlerimiz vardı bu yüzden inşaata ancak akşama doğru gidebildik. Eşim kalfa ile durumu konuşmaya gitti. Kalfa bizi bir kere daha şok ederek inanılmaz olaylar çıkardı. Eşim bu işi naıl sonlandıralım dediğinde şuna benzer cevaplar almış. "Şimdi beyefendi bakınız.. Beni buraya getirdiniz vaatlerde bulundunuz -bu konuda o kadar temkinliydik ki her konuşmamızı işler umduğumuz gibi giderse ve kendisinden memnun kalırsak pazartezine almıştık- sonra ortada bıraktınız bu yüzden -11,5 gün çalışmasına rağmen- maaşımın tamamını isterim hatta tazminatımı da hakkımı size yedirmeeemmmm.". Biz de adamacağıza yazık daha çalıştıralım diye düşünüyoruz bu arada :). Neyse, kavga gürültü derken ertesi gün ayrılacak şekilde hazırlanmasını söyleyip ordan ayrıldık. Kavga gürültü bu kadarla bitmedi tabii, ertesi gün ayrılırken de aklınca bize nasihatlarle başlayıp üzerimize yürümeye kadar uzayan bir dizi daha olay gerçekleşti. Öğlene doğru eşyalarını kargoya kendisini de otobüse teslim etmeyi başardık. Bu arada bizden kendisine vereceğimiz paranın tümünü de almadı. İstanbul'a gidelim orda hesaplaşıcam ben sizinle diyerek ayrıldı.

Cumayı diğer ustamız (Abdullah Usta) duvarları temizleyerek geçirdi. Biraz da dertleşerek tabii. Meğer bu adamcağız da hiç memnun değilmiş onunla çalışmaktan. Ama ekmeğiyle oynamıyım diye bize birşey dememiş. Dönmeden önce farkettik ki zaten işlerin çoğunu zaten Abdullah Usta yapmış ve yapmakta. Diğerinin oyalanıp oyalanıp sökemediği sıvaları gayet güzel söküyor, diğer işleri de hallediyor. Yanına adam bulup sıva ve derz işini bitirip bitiremeyeceğini sorduk bitiririm dedi.

Cuma öğleden sonra ve cumartesi sabahını İzmir Gıda Çarşısındaki İnşaat malzemesi satan yerlerde geçirdik. Amacımız dönmeden derz için kullanacağımız malzemeyi belirlemekti ama gördük ki bizim gibi taş yapılarak hazır derz malzemeleri uymuyor. En yakın bulabildiğimiz şey epoksi içeren bir dolgu malzemesiydi ama onun da maliyeti çok çok fazlaydı. Durum böyle olunca ince kum ve çimentodan (beyaz çimento olup renklendirilebilir) yapılan harca geri döndük. Yine de harca katabileceğimiz su yalıtımına faydalı olabilecek maddeler olup olmadığını araştırıyoruz. Zira daha teemizlik işi bitmediği için dolgu işi için biraz daha süremiz var.

Cumartesi öğleden sonra Abdullah Usta ile duvarlarda yapılacakların birer örneğini beraber yapıp istediğimizin ne olduğunu birebir gösterdik. Yanına çağıracağı iki adamı da buldu biz ordayken onlarla da pazarlığmızı yaptık ve İstanbul'a dönüşe geçtik.

En kısa zamanda evin son planı ve iç detaylarla ilgili gelişen fikirler hakkında bir yazı yazmayı planlıyorum. Ekim sonunda tekrar İzmir'de olacağız o zamana kadar bizim de burda karar vermemiz gereken çok iş var. Macera devam ediyor bakalım daha neler göreceğiz...

7 Ekim 2008 Salı

Dişi Kuş Bayram Tatilinde - 1



En son yazımda ilettiğim şekilde bayram tatilimizi İzmir'de, evimizle ve bahçemizle uğraşarak geçirdik. Ancak bayram boyunca yaptıklarımızı ikinci yazıma bırakıp önce ağaç ve bitkilerimizin son gördüğümden beri nasıl değiştiklerini sizinle paylaşmak istiyorum. Aşağıya ilk dikildikleri zaman çektiğim fotoğraflarla bu gidişimde çektiklerimi "öncesi-sonrası" şeklinde birleştirdiğim birkaç foto iliştiriyorum.Umarım size de biraz fikir verir.

Arizonikalar:



Ektiğimiz 60 adet arizonikadan sadece 2 tane fire vermişiz. Kalanları gayet güzel tutmuş ve bayağı da serpilmiş durumdalar.

Zakkumlar :



Sarı (alaca) zakkumlarımızı bize veren fidancı amcaya ilk görüşümde kocaman bir teşekkür edeceğim. Zira ilk resimde görüleceği üzere başta oldukça zayıf ve yıpranmışlardı. Hatta mayıs başında yazdığım bir yazıda söylediğim gibi bu solmuş halleri uzun süre devam edince onları tutmadı sanmış ve fire hanemize yazmıştık :)
Fakat ilk şoku atlatan zakkumlarımız sulama sorununun da aşılması ile toparlanıp serpilmişler hatta çiçeklerini bile açmışlar. Gittiğimde dipten gelen yeni sürgünlerin kuvvetlenmesi için ilk resimde görünen eski ve uzun dallarını budadım. İkinci foto budamadan sonra. Budadığım dallardan da çelik yaptım ve birazını komşuma hediye edip kalanını da bir saksıya ektim bakalım tutacak mı?

Çamlar :



Ekilen top çamlarımızdan sadece 1 tanesi kurumuş. Kalan tüm çamlar gayet iyi durumda yeşil yeşil, top top, şirin şirin büyüyorlar. Kuruyanın yerine de saksıda kalan ve henüz dikmediğimiz 1-2 tane çamdan birini ekiverdik hemen.

Zeytinler :



Bunlar da 2 adet aldığımız yetişkin zeytinlerden birinin fotoğrafı. Diğerinin çevresi inşaat atıklarıyla pek dolu olduğu için onu çekemedim. Ama onlar da tutmuş ve keyifleri yerinde.

Diğerleri :

Zeytinin arkasından görünen leylandiler ise bahçemizde yaşanan sulama problemleri ve biraz da büyük ekildikleri için en çok fire veren ağaçlarımız oldu. 150 adetin 50 tanesi maalesef kurumuş.

Meyve ve zeytin fidanlarından (Toplam 66 Adet) ise 2 adet zeytin, 1 erik ve 1 elma kurumuş. Kalanlar özellikle de narenciyeler oldukça iyi durumda, büyümüşler gelişmişler. Zeytinlerimizden bazıları ilk mahsüllerini (1 kilo kadar) bile vermişler. Daha da çok olabilirmiş ama bir tür böcek çoğu filizleri yemiş. Seneye ilaçlamayı ihmal etmemek gerekecek demek ki.

Başka neler yaptık bahçe için bir düşüneyim.

Nisanda ağaçları dikerken tüm araziyi sürdürüp kazdığımız için görünürde pek ot kalmamıştı ama tabi gübreyi yiyen ve toprağı havalananmış bulan tüm otlar çıldırmış. Ağaçların diplerini saran tüm otları ve dikenleri söktük. (Ot derken aralarında radika, şevketi bostan ve kapari gibi faydalı türlerinde olduğunu ekleyeyim. İlerde bu otları söktükten sonra afiyetle de yemeyi planlıyorum :))

Büyük ağaçlardan bazılarını gerdiğimiz ipler gevşemiş ya da kopmuş, onları sağlamladık.

Tüm ağaçların dibine kök geliştirici özel bir madde serptik -şu anda adını hatırlayamadım ama kışa girerken destek olması için tavsiye ettiler.

Damlama sulama borularını ve çeşmelerini kontrol ettik, sorun olanları düzenledik.

Bi de bahçeyi sulayan arkadaşın ektiği kavunlar olmuştu onları yedik :)

En son olarak da bahçe kapımızın babaları dikildi. Hani daha önce bir yazıda yamuk yumuk bir ferforje kapı göstermiştim ya. İşte o kapının bir benzerini eşim İstanbul'da yaptırıyor. Bir daha ki gidişimize onu da taktıracağız. Onun için kapının yerini belirleyip babaları ve zemin betonunun falan yaptırma işine
başladık. Onun da fotosu aşağıda.



Bahçe bu kadar, evdeki gelişmeler için, arkası yarın...

22 Eylül 2008 Pazartesi

İlk Adım

Herkese merhaba,

Son yazımdan beri olanları kısa bir özet olarak geçeceğim ancak önce müjdeli haberi sizlerle paylaşmak istiyorum. 19 Eylül Cuma günü evimizin içindeki yıkım işi başladııı..

Gelişmeler şöyle oldu dostlar:

Son yazımda bahsettiğim gibi bizim firmanın İzmir bölgedeki mimarı ve onun bize önerdiği taşeron ile görüştük. Taşeron ile de yıkım işinden başlayıp adım adım ilerlemek üzere anlaştık. Eylül başında yıkıma başlayacağı konusunda sözleştiğimiz taşeron maalesef ki işe bir türlü başlamadı. Bugün, yarın derken zaman geçiyor biz geriliyoruz ama bir hareket yok. Tüm bunlar olup biterken eşimin çok eski bir arkadaşı ile bambaşka bir sebeple yaptğımız bir görüşme sırasında bize uzun zamandır tanığı bir kalfa olduğunu, bu kişinin uzun yıllar STFA gibi büyük firmalar için de çalıştığını ancak bazı ailevi sorunlardan dolayı son yılları biraz sıkıntılı geçirdiğini ve iş aradığını söyledi. "Bir görüşün içinize sinerse o size tüm iş için yardımcı olur" dedi. Pek ümitli olmadığımız halde bir görüşme ayarlayıp kendisi ile buluştuk. Oldukça görmüş geçirmiş deneyimli bir beydi. İnşaat işinde yıllarca her türlü işte hem bizzat çalışmış hem de ekip yönetmiş. Biz sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer moduna girdiğimiz için "gel bir işi gör ondan sonra karar ver" dedik ve 13 Eylül de eşim Mehmet Kalfa'yı da yanına alıp İzmir'e yola çıktı. Orda 3 gün kaldılar. 3 günün sonunda ortaya şu tablo çıktı. Mehmet kalfa bizim maaşlı çalışanımız olacak ve işin başında duracak, elinden gelen herşeyi (evin içinin yıkımı duvarlardaki sıvaların temizliği, derz tamiri vs vs)kendi yapacak (gerekiyorsa işçi desteğiyle) elinden gelmeyeneler (pimapen vs) için de bizim ayarlardığımız ekipleri çalıştıracak onların işini kontrol edecek.

Orda kaldıkları 3 günde kalacağı yeri de ayarlamışlar (bizim evin hemen yanındaki ev de kuzenimin o evde tam yapılı değil ama kapısı bacası olduğu için hızlıca kalınabilecek hale getirilmiş) 16'sında İstanbul'a geldiler ve doğru perşembe pazarına gidip alet edevatları aldılar. 18 Eylül de Mehmet Kalfa yeniden İzmir'e döndü ve 19'unda işe başladı. Yanına biri sürekli çalışacak biri ise gerektikçe yevmiyeli tutulacak iki adam ayarladık şimdilik işleri üçü yürütüyor.

İlk iş olarak iç bölmeleri ve kat tabliyesini yıkmaya başladılar. O iş bitince iç duvarlarda taşların üzerinde sıvanmış kısımlar vardı o sıvaları sökecek ve taşı ortaya çıkaracaklar. Sonrasında ise taşların arasında derzlerin bozuk olduğu kısımları traşlayacaklar. Bu arada önümüzdeki haftasonu biz de gideceğiz. Bayram tatili boyunca (9 gün) ordayız. Biz ordayken ve taş derzleri de sökülmüşken elektrik tesisatı döşenecek çünkü bazı yerlerde derz aralıklarını kullanmak gerekecek. Duvarlar taş olunca tesisatlar biraz problem. Günlerdir bunların planlamasını yapıp duruyoruz. Allahtan eşimin işi bu konuyla ilgili olduğu için kendi ekipleri var. Tesisat için onlar geliyor olacak.

Biz bu işleri 9 günde bitirebilirsek bizim dönüşümüzü takiben ustalar bu sefer derzlerin oldurulması işine başlayacak. Biz de paralel de asma kat işini organize ediyor olacağız.

Bu arada yaşanan gelişmelerden biri de asma kat konusunda oldu aslında. Beklemeyle geçen günlerde bir yandan projeyi kağıt üstünde kurcalarken çelik konstrüksiyon asma kat fikrimizi fiyatlandırdık ve bir baktık ki ortaya büyük bir rakam çıkıyor. Biz ahşap pahalı olur derken çelik daha pahalıya çıktı. Bu arada Mehmet Kalfa'nın da yardımıyla ahşabın nasıl uygun fiyata temin edilebileceği konusunda biraz fikir sahibi olduk. Zaten hep ahşap istiyorduk ama pahalı olacağından korkarak bu konuyu araştırmamıştık bile. Biraz soruşturunca asma katı ahşap yapmaya karar verdik. Şimdi bu konudaki son detayları görüşüyoruz. Tüm resim ortaya çıkınca burdan mutlaka bir karşılaştırma tablosuna yer vereceğim.

İşte böyleee, birşeyler başladı. Hareket başlayınca bizi de aldı yine bir heyecan. Bütün hafta sonumuzu ahşap bakarak, seramik seçerek vs geçirdik. Bir de fantezi boyutunda "Ekolojik Havuz" görüşmesi yaptık ki buna ayrıca bir yazıda değineceğim.

Bayram boyunca gelişmeleri fotoğraflayıp tatil dönüşü daha da elle tutulur bilgiler vermeyi planlıyorum. Şimdilik bu kadar, dönüşümüzde iyi haberlerle görüşmek dileğiyle herkese iyi bayramlar...

27 Haziran 2008 Cuma

Geçen, geçmeyen, geçemeyen günler...

Bir blog bu kadar uzun süre başı boş bırakılmamalı biliyorum. Ama doğrusu ben ruhen yorgun günler geçirdim bu arada.

Önce kaldığımız yerden başlayalım...

17 Mayıs' ta İzmir'e gittik ve ilk şokumuzu bahçemizi görünce yaşadık. Çünkü ağaçlarımız beklediğimizden kötü durumdaydı, dikimden dolayı hasar azdı 4-5 ağaç kurumuştu sadece. Ancak tam da o günlere rastlayan sıcaklarda iyi bakılmadıkları için bazıları boynunu bükmüş son nefeslerini vermek üzereydi ve bahçemizi emanet ettiğimiz kişi bu durum için sadece bahaneler sıralıyordu. İlk iş kendisi ile yolları ayırmak ve işe el koymak oldu. Orda bulunduğumuz günler boyunca sulama işini kendimiz yaptık ve bu arada damlama sistemdeki bazı küçük sorunları farkettik. Bir yandan bunları hallederken bir yandan da bir inşaat firması ile ev için görüştük ve bize yapılacak işler için teklif vermelerini istedik.

Ben en yakın arkadaşımın düğünü için 19 Mayıs günü İstanbul'a dönüş yaptım. Eşim ise ailesinin bazı sağlık sorunlarıyla da ilgilenmek üzere bir süre daha orda kaldı. Kalmışken de tabii ki bahçeye bakacak birini aradı durdu. Kaç kişiyle görüştü tam olarak hatırlamıyorum sanırım 7-8 olmuştur. İstediğimiz tek şey haftada 2 gün günde 2 saat bahçenin sulanması, o da damlama sulama ile. Memleketin uyanığı mı çok yoksa biz dışardan bakınca enayiye mi benziyoruz bilemiyorum. Asgari ücretin aylık net 500 YTL'den az olduğu bir ülkede sadece haftada 4 saatlik bir iş için bizden istenen fiyatlar aylık 300-500 YTL arasındaydı. Biz bu iş için 200-250 YTL fiyat biçmiştik ama bu kadarını beklemiyorduk. Bir çok tanıdığımızın bahçesine ayda 200 YTL'ye tüm bahçe işlerini yapan ve en az 2-3 gün tüm gün çapa vs yapan insanlar çalışıyor. Biz bahçe işi de istemedik sadece ve sadece sulama. Ayrıca her gelene de diyoruz ki bakın bizim sonra yanımızda devamlı yaşayacak bir aileye ihtiyacımız var birbirimizden memnun kalırsak sizi yanımıza alırız. Evinizi, elektriğinizi, suyunuzu, sigortanızı yaparız bizimle çalışırsınız. Ama Türkçe söylememişiz herhalde millette tık yok. Kıran kırana pazarlıktalar bizimle. Tüm bu pazarlıklar boyunca ben uzaktan telefonla, eşim ise orda naklen çıldırdı.

Artık İstanbul'a dönmesi lazım ama bahçeyi sulayacak birini de bulmak şart, en sonunda birini buldum diye aradı. Adam 250' ye tamam demiş. Eh bizim de artık düşünecek zamanımız yok. İşi adama verip döndü bizim ki. Ama çilemiz bitmemiş ki izleyen 2 gün boyunca bu sefer beraberce telefonun ucundan çıldırdık. İnsanların ahlakai değerlerini bu kadar yitirmiş olması, bu kadar hazırcılığa alışması inanılmaz. Herkes çalışmadan para kazanmak peşinde. Kimse ama kimse hakederek ekmeğimi kazanayım demiyor. Anlaştığımız şahıs da böyle yaptı. Sulamaya gittim deyip gitmediğini yakaladık önce. Sonra kendi de itiraf etti gitmediğini. "Uzak zor gidiyorum" dedi. (merkeze 3,5 km ve ben bile yürüyerek rahatça gidebiliyorum bu yolu. Ama zaten yürü demiyoruz çünkü belediye otobüsü de var) Sonra bize "siz bana 2 aylık avans gönderin motor alayım" dedi.

Allahım ya sabır dedik. Sonuçta adam baştan beri nereye geleceğini biliyordu, ona göre anlaşmıştık. Madem uzaktı biz ordayken deseydi ki mesela "ben gelirim ama burası uzak şu kadar da yol parası isterim" ya da ne biliyim "ben gelemem burası uzak". Bi de üstüne giderim sulamaya demiş gitmemiş. Nesine nasıl güvenicen de peşin peşin para vericen. "Tamam" dedik "arkadaş sağol, sen gitme, zaten uzakta gelmiş, biz kendi işimizi hallederiz". Kaldık yine ortada. Bir kaç telefondan sonra bir ahpabımız o günlerde işlerinin rahat olduğunu birini bulana kadar sulamayı yapabileceğini söyledi. Sağolsun yaptı da.

Allahtan 1 hafta kadar sonra damlama sulamayı yaptırdığımız tesisatçı ile konuşurken eşim durumdan bahsedince. Kendi yanında çırak olarak çalışan çocuğun paraya ihtiyacı olduğunu onun yapabileceğini söyledi. Anlaştık ve başladı. Fakat bize dank etti ki kimseye iş emanet edemeyeceğiz. İnsanlara bu kadar, yani bir bahçeyi sulatacak kadar, bile güvenemeyeceksek ev mev yaptırmak ancak hayal olabilirdi.

Tüm bu güvensizlik bizi sarmalamışken görüştüğümüz inşaat firmasından da teklif geldi. Teklif geldi ama bize de fazla geldi :) Firma oldukça iyi referanslara sahip ama verilen fiyatlar biraz fazla. Fakat biz de öyle bir ruh halindeyiz ki. Boş ver firmayı biz kendimiz yaptıralım desek kafamızda koca bir soru işareti "biz bahçe bile sulayacak adam bulamadık inşaat yaptıracak güvenilir adamı nerde bulacağız?" Ama bir yandan da kıt kaynaklar vaziyeti mevcut. Olsa dükkan senin ama bizim de çapımız belli. Zaten güvensizlik içinde çırpınan bünyemiz de bir gitgeller serisi başladı. Kararsızlığın zirvesindeyiz. O mu bu mu derken eşimin işleri bastırdı. O işlere dalıp bu havadan kurtuldu ama ben boğazıma kadar batmışım. Bi de üstüne yerimize mıhlanmışız ne gidip kararımıza katkıda bulunacak bir adım atabiliyoruz ne de olduğumuz yerden bir karar verebiliyoruz. Ben ise sabırsızım bir an önce birşeyler yapılmaya başlansın istiyorum. Ama nerden nasıl başlayalım desen verecek cevabım yok. Çakıldığım yerde kalmışım, bi de kararsızım, kararsızım, kararsızımm aghhh ben bir terazi burcuyum ya yapılır mı bana bu :(

Bir şeyi bu kadar çok istemenin yan etkileri böyle oluyor sanırım. Ama en sonunda baktım ne gidebiliyorum ne de kaldığım yerden yararlı bir karar verebiliyor. Eşim işine dalmış dünyayı unutmuş, olan bana oluyor. Ciddi ciddi depreşmek üzereyim "Hooop" dedim. "Dur orda!". Ben de nedense herşey "ya hep ya hiç". Bir şeyi az sevmek, az düşünmek, az yapmak gibi becerilerim yok. Eh madem bunu da az düşünmeyi beceremiyorum o zaman hiç düşünmem gibi bir tavır gelişti. Savunma mekanizması işte... Buraya bir satır bile düşmemesinin sebebi de budur.

Son iki haftadır yine İzmir'e gitme denemelerimiz oldu :) Ama bu blogda daha çook duyacağınzı bir sebep olan "eşimin işleri" yüzünden hala gidememiş durumdayız. Ama ben durumun kendi bünyemdeki dengesizliğini kontrol altına aldığım, eh tabii biraz da gelen " nerdesin Dişi Kuş" nidalarına cevaben bu satırları yazmak istedim.

Bir de ek olarak şunu söylemeliyim ki bu blogu bir ağlama duvarına çevirmek istemedim çünkü biliyorum ki bizim kalkıştığımız iş hiç de kolay olmayacak. Kolay başlamadı kolay da gitmeyecek, devamlı bir tökezleme hali içinde olacağız. Bu yüzden hep somut gelişmeleri yazmak istedim. Ama artık şunun farkındayım ki bu hikaye sadece nerde kaça nasıl inşaat yapılırın hikayesi değil. Bu bizim güle ağlaya sürdüreceğimiz bir yolculuğun hikayesi. Ve bu yolculuk sadece maddi değil aynı zamanda manevi de bir yolculuk.

İşte böyle...

Son durumda bahçemiz sulanıyor ama sonucu gittiğimizde göreceğiz. Ancak önlemimizi kısmen de olsa aldık. Sulama sistemini haftalık programlayabileceğimiz bir düzenek için gereken parçaları aldık, gider gitmez onları monte edecek ve devreye alacağız. Eğer bu sistem sorunsuz çalışırsa biz gidip de başında durana kadar bu iş için bir adam tutmayacağız.

Ev konusuna gelince hala karar veremedik, inşaat firması mı yoksa kendimizin işe soyunması mı diye. Ancak benim çalıştığım şirketin İzmir bölge bünyesinde çalışan bir mimar ile tanıdıklar aracılığı ile görüştük. Kendisi bizi bir de kendi çalıştığı taşeronlar ile görüştürecek.

Bu süreç uzun bir süreç dostlar. Maalesef hızlandıracak şartlara sahip değiliz. Ne o kadar zamanımız, ne de paramız var. Bu yüzden burası hergün yeni gelişmelerin hızla kaydedildiği bir blog olmayacak belki ama öksüzde kalmayacak elbet. Ben burda ha bire cikcikliyor olacağım merak etmeyin ;)



NOT: Şarkı, Sevgili Sandaletli Seyyah'ın armağanı. Enrico Macias - Ma Maison (Evim)

13 Mayıs 2008 Salı

En asortik adıyla "İklimlendirme"

İstanbul'da kaldığımızda tek yapabildiğimiz düşünmek ve tabii bir yandan da araştırmak. Daha ince işlere bile girmedik ama yine de o kadar çok konu var ki bir çözüm ya da seçim bekleyen :). Bizim için bu konulardan en önemlilerinden biri de ısıtma ve soğutma yani en asortik adıyla "iklimlendirme".

Eşim elektronik mühendisi olduğu ve genellikle makina üreticileri ile çalıştığı için her türlü elektronik ve mekanik sistem tasarımı ilgisini çeker. Uzun bir süredir de alternatif ve geri dönüşebilen enerji sistemleri konusunda araştırmalar yapıyor. Geçtiğimiz hafta CNR Fuar Merkezinde bu konuda bir fuar olduğunu duyunca biz de pazar günü bu fuarı gezmeye karar verdik.

Bu konu beni son kullanıcı olarak sadece konfor anlamında ilgilendiriyor diye düşünüyordum. İstanbul'da doğalgaz ve kombili bir evde yaşayan bendeniz için herşey çok basitti: Evim yaz ya da kış hep beni mutlu edecek sıcaklıkta olsun ve tabi bu iş mümkün olduğu kadar ekonomik olsun. Böyle söyleyince herşey çok basit görünüyor ama fuardan sonra hiç de öyle olmadığını ve eşimin bu işi neden bu kadar çok incelediğini anladım.

Öncelikle evimiz müstakil yani ne kadar iyi izole edersek edelim bir apartman dairesine göre çok daha fazla ısı kaybetme potansiyeline sahip. İkinci olarak da İzmir'de doğalgaz yok. Bu durumda evimizi ısıtmak ve soğutmak için mevcut alternatifler aşağıdaki gibi:

- Kömür
- Mazot
- LPG
- Elektrikli Kombi
- Görünmez Isıtıcı (bundan çok etkilendim aslında :)
- Gazlı Güneş Panelleri
- Isı Pompası
- Klima

Bu alternatiflerin bizim gördüğümüz avantaj ve dezavantajlarını bildiklerim dahilinde bu tabloda topladım. Bu notları araştırmalarımız devam ettikçe güncelleyeceğim.

İzmir gibi bölgelerin doğadan enerji elde etmek konusunda çok ciddi avantajları var. Hava, güneş ve rüzgar çok önemli kaynaklar sağlıyor. Biz de bu doğal enerjileri olabildiğince kullanmayı hedefliyoruz. Bu yüzden de tabloda göreceğiniz ısı pompası ve gazlı paneller çözümleri en çok kafamıza yatanlardan. Zaten temelde ikisi de ısı pompası. Sadece ısı elde ettikleri kaynaklar farklı.



Isı pompası da aslında çok eski bir teknoloji ama zamanla doğalgaz ve petrolun ucuzlaması ile cazibesini yitirmiş, şimdi yine aynı kaynakların pahalanması ile gündemdeki yerini almaya başlamış. Temel olarak dışarıdan enerji verilmesi ile (yani elektrik) düşük sıcaklıktaki ısı kaynağından aldığı ısıyı yüksek sıcaklıktaki ortama veren bir makine olarak tanımlanıyor. Bu tanımdaki düşük sıcaklıktaki ısı kaynağı hava, su, toprak, atık gazlar vs olabiliyor. Yani hali hazırda var olan ısı kaynaklarını kullanıp, azıcaık da elektrik takviyesi ile hem ısıtma hem de soğutma yapabilecek bir sistem sunması.

Biz daha önce de bu sistemleri araştırmış ve Avrupa da çok yaygın kullanılan bir teknoloji olduğunu öğrenmiştik. Ancak Türkiye' de henüz bir üretim ya da talep olmadığı için bu firmalar da Avrupa firmalarıydı. Bu firmalar biz hep toprak ve su kaynaklı sistemlere yönlendirdi. Ancak araştırınca öğrendik ki İzmir ve daha güneyi için (yani kışın -5 derecenin altına düşmeyen yerler için) hava kaynaklı ısı pompaları fazla fazla yetiyormuş. Toprak ve su kaynaklı olan sistemlerin ilk yatırım maliyeti daha yüksek oluyor doğal olarak ama bizim durumumuzda buna gerek olmayacağını öğrendiğimize çok sevindik.

Şu anda kafamızda oluşan sistem ısı pompası kullanmak ancak bunu mutlaka güneş panelleri ile de desteklemeyi düşünüyoruz. Burdan sağlanan bedava enerjini sistemin verimini artıracak ve elektrik tüketimini de düşürecek. En son adım olarak da arazideki tüm elektrik ihtiyaçlarımız için orta ölçekli bir rüzgar türbinü kuracak ve böylece enerji açısından tamamen kendine yetebilen bir ortam kurmaya çalışacağız.

Fuarda İzmir'den bir firma ile görüştük. Bu gidişimizde eğer zaman ayırabilirsek bize Urla' da yaptıkları bir uygulamayı gösterecekler ve bizim ev için de bir keşif yapıp teklif verecekler.

Şimdilik bu kadar, haftaya yeni gelişmelerde dönmeyi umuyorum.

* Fotoğraflar:
1- www.technifix.com
2- Isıtma modunda bir Isı Pompası diagramı - www.geo4va.vt.edu
3- Dekoratif Radyatörler - www.dekorpan.com

9 Mayıs 2008 Cuma

Düş yakamdan İstanbul !!!

Yok arkadaş ben anladım, bu İstanbul çaktı ya bizim gideceğimizi onun için yapıştı yakamıza bir türlü bırakmıyor. Gittik gidicez derken hala burdayız. Bahçemizde şeftalilerimiz olmuş, koparıp yemişler bile ama biz anca burdan telefonun ucundan dinliyoruz. Bu hafta, sonraki hafta derken 23 Nisan'dan beri erteleyip duruyoruz gidişimizi. Şimdi de 19 Mayıs'a erteledik. Ama bu sefer İstanbul'a gözdağı vermek ve kararlılığımı göstermek için hem gidiş için deniz otobüsü biletimizi hem de dönüşüm için uçak bileti hemen aldım. Kararlıyım İstanbul! bu sefer düş yakamdan >:-(

Burdayız ama bir yandan da aklımız orda. Allahtan ters giden bir şey yok, zira ben ağaçlardan ne kadar fire vereceğimiz konusunda biraz endişeliydim. Büyük fidanlar zor tutar diye o kadar çok gözümüzü korkutan olmuştu ki her gün şu da kurudu bu da kurudu diye haberler gelecek diye bekler olmuştum. Neyseki korktuğum gibi olmadı. Bahçemizi sulayan çocuk bize güzel haberler veriyor devamlı. Şu ana kadar meyve ve zeytinlerdan hiç fire yok. Hatta şeftalimiz meyve bile vermiş. Leylandilerden ise sadece 2 tanesi kurumuş. Eh 150 taneden 2 gayet iyi bir skor bence. Diğerleri ise uçlarından filizler verip büyümeye başlamışlar bile. Kaybımız sadece sarı zakkumlar olmuş. Bunu tahmin ediyordum çünkü bu zakkumlar zaten çok iyi durumda değillerdi ve biz de özel olarak almamıştık. Gezdiğimiz fidanlıklardan birinde gözden çıkarılmış ve bir kenara atılmıştı, bizim acır bakışlarımızı gören fidanlık sahibi de alın sizin olsun para istemez deyince alıp şansımızı deneyelim demiştik. İple çekiyorum ediyorum tüm bu anlattıklarımı bir de gözlerimle görmeyi :)

İstanbul'dayken tek yapabildiğimiz şey düşünmek olunca insanın aklına bin türlü soru/n geliyor. Eşim de düşüne düşüne evin içindeki yıkım işine kafayı taktı. Şu anda kafasını (ve dolayısı ile benimkini) en çok kurcalayan ve onu farklı bir çözüm bulmaya yönlendiren sorun şu:

Taş evimiz dış ölçüleri 8x10 m(iç ölçüler 7x9 m) olan yığma bir yapı.Tepesinde de ahşap bir çatı mevcut. Yığma olduğu için içinde kolon kiriş vs yok, sadece 4 duvarı taşıyıcı. Yani evin ortasındaki 63 m2 de taşıyıcı bir eleman yok. Bizden önceki sahipleri de çatı yapılırken çatıya destel olacak bir eleman yapmak yerine üst kata yaptıkları odanın duvarını taşıyıcı gibi kullanmışlar. Yani çatı bu duvara oturmuş durumda. Bu sebeple de bizim iç duvarları yıkmadan önce çatıyı askıya almamız şart.
Bir diğer nokta da ikinci katın tabliyesi (kat zemin betonu). Bu tabliye bina duvarları boyunca birinci kat yüksekliğinde taşın içine gömülmüş bir gizli kirişe tuturulmuş ve yük yine yine alt katın duvarlarına taşıtılmış. Bu iki yapı tekniği de pek sağlam işler değil. Zaten bizi evin içini yıkmaya iten en önemli sebeplerden biri de bu endişe verici inşaat çözümleri olmuştu. Tabi aynı noktalar yıkım anında da sıkıntı ve risk yaratıyor.

İşte eşimin kafaya taktığı sorun da bu risk. Bu işi anlaştığımız taş ustasının bulduğu işçilere yaptırmak içine sinmiyor. Yıkım sırasında oluşabilecek bir problem sonucu bu insanlar zarar görürse diye endişeli. Bu işi daha bilgili, profesyonel daha da önemlisi bünyesindeki sigortalı işçilere yaptıracak bir taşeron şirket mi bulsak diye düşünmekte. Tabi bizim bey "düşününce" işin araştırması mutlaka bana kalır. Ben de birkaç gündür internette bu konuda bilgi arıyorum pek birşey bulduğum söylenemez. Sonra aklıma geldi belki bu blogu okuyanlardan bana bu konuda yardımcı olabilecek birileri vardır. Kendileri ya da tanıdıkları İzmir'de inşaat işiyle uğraşan biri, hatta belki taş evlerle uğraşan biri ??? (çok mu abarttım, şansımı deniyorum valla napiim :))

Sevgili okuyucu eğer bu niteliklere uyduğunu düşünüyorsan ben çoktan "elma" dedim ne olur çık ortaya...



* Resim : Edvard Munch - The Scream (Çığlık)

30 Nisan 2008 Çarşamba

İstanbul' da takılıp kalmak...

Evimizde birşeyler yapıyoruz da bloga yazmıyorum sanmayın sakın. Fena halde İstanbul'da takılıp kaldık :(

Bir önceki yazımda söylemiştim hedefimiz geçen haftasonu İzmir'e gidip evin tadilatını başlatmaktı ama maalesef bir yandan eşimin işleri bir yandan da bana musallat olan grip yüzünden henüz gidemedik. Temennimiz 10-11 Mayıs'da gidebilmek.

Bu arada gitmeden önce cumartesi günü pimapenler (ahşap görünüşlü pimapen yapmayı düşünüyoruz) ve alt katın zemini için taş veya seramik alternatiflerine bakmak için biraz gezeceğim sonuçlarını gitmeden yazarım :)

Ha bir de bahçe kapısı için aşağıdaki yamuk yumuk kapıyı beğendik desem :) Kapının üstündeki çiçekli kısımlar değilde ana dikmelerdeki yamuk yumuk hal çok hoşumuza gitti. Bu kapıdan esinlenerek bir şeyler yaptıracağız sanırım.



Şimdilik bu kadar sadece merak edip bana mesaj yazanlara ses vermek istedim.

15 Nisan 2008 Salı

Yorgun argın...




2 gün kalıp dönücez derken işler uzadı da uzadı. İznimi 4 gün uzattım ve İstanbul'a da ancak perşembe gecesi 02:30 sularında varabildik.

Geldiğimden beri birikmiş işlerimi ve kendimi toparlamaya çalışıyorum zira çok yoruldum. İşin kötüsü bir de ilk gün havanın kapalı oluşuna aldanıp yüzüme güneşe karşı koruyucu sürmeyince alnım ve burnum ve birde ellerimin üstü fena halde yandı, rüzgar ve güneşten dudaklarım da çatladı. Yüzümde yaptığım işin izleri hala duruyor ve doğrusu pek komik haldeyim :)

Neyse benim zavallı halimi bir kenara bırakırsak şunu söyleyebilirim ki az zamanda çok iş başardık :) ve ağaçlarımızı diktik.

Günlerimizin nasıl geçtiğini anlatayım:

5 Nisan Cumartesi:
-------------------------
Sabah uçağı ile İzmir'e vardım. Uçak 6:55 de olduğu ve ben 4:00 de uyanmak zorunda kaldığım için İzmir'e vardığımda çok uykusuzdum. Yine de yorgunluğuma yenilmeden hemen arsaya gitmek istedim. Arsada dozer hummalı bir çalışma içindeydi. Dozer 3. ü bölümü teraslamayı bitirmiş yol boyundaki bir kot farkını düzeltiyordu. (Bu çalışma için bir gün önce çitlerin 50 m kadar bir kısmı sökülmüş. İlk başta ne gerek var diye düşünmüştüm ama dozerin işi bitince sonucu ben de beğendim. Biraz fazladan iş çıkardık ama sonuçta güzel oldu :) ) Biz arsada o gün yapacaklarımızı planlarken öğleden sonra ağaçlarımızın teslim edileceğini bildiren telefonu aldık. Planımız dozerin işini cumartesi bitirmesi bizim de bu arada dikim için gerek ön hazırlıkları yapmamız ve pazar günü de dikime başlamamız şeklindeydi. Bu plan doğrultusunda ağaçlar gelene kadar merkeze gittik. Kısa bir kahvaltı edip arkasından toprağımızı sipariş ettik. Alışverişten sonra eşim damlama sulamayı yapacak kişilerle buluşacak ve bir de kepçe ile anlaşıp damlama sulama ana hatlarının geçeceği yerler için kanal kazdıracaktı. Bense yorgunluğa daha fazla dayanamayıp biraz yatıp dinlenmek için ondan ayrıldım. 2 saat kadar kestirmişim. Baktım bizimki işlerini bitirmiş yanı başımda ağaçlarımızın geldiğini haber veriyor. Hemen giyinip arsaya yola çıktık.

Ağaçlarımızın bir kısmının oldukça büyük olduğu için kamyondan indirilmesi için adam gerekeceğini önceden düşünmüş ve bir ahbabımıza bize adam bulup bulamayacağını sormuştuk. O da ayarlarız dediği için işin peşini koşturmadık. Fakat ağaçlar geldiğinde bir baktık ki ahbabımız sadece yanında çalışan genç çırağı ile kendisi gelmiş. Dediğine göre işçi kahvesinde adam yokmuş ki haklıdır işçiler sabahın erken saatlerinde günlük işlere gittiği için bizim gibi öğleden sonra iş yapacaklara adam kalmaz. İş başa düştü dedik ve giriştik işe. Küçük fidanları (meyze, zeytin vs) el birliği ile kamyondan indirdik. Ancak sıra büyüklere gelince nerdeyse herbiri 3,5 mt olan boyu ve 50-60 kg olan ağırlığı ile 150 adet ağacı kendi başımıza indiremeyeceğimizi anladık. Eşim hemen merkezdeki başka bir işçi kahvesine gitti ve kısa bir süre sonra yanında 2 işçi ile geldi ve adamlar hemen kamyonu boşalttılar. Gün boyunca hava hep parçalı bulutluydu fakat biz ağaçları indirirken başlayan rüzgar ağaçların devrilmesi tehlikesi yarattığı için bizi bayağı endişelendirdi. O anda yanımızda ne ip ne de o amaçla kullanabileceğimiz başka bir şey olmadığı için ağaçları birbirine yaslayıp birbirlerinden destek alacakları şekilde bırakıp, gelen iki işçi ile ertesi gün gelmeleri için de sözleşip o gün için işleri paydos ettik.



6 Nisan Pazar:
---------------------
Sabah gökgürültüsü, yağmur ve fırtına ile uyandık. Hava felaketti. İçimizde ağaçlara ne oldu korkusu, hemen işçileri aradık. Adamlar yağmurda dikim yapmak zor olur dediler ve gelmediler. Doğrusu hava gerçekten de dışarda çalışmaya uygun değildi. Ama biz ağaçları bağlamak için hemen merkezden ip temin ettik ve arsaya gittik. Bütün ağaçları birbirine yaslamamız iyi olmuş umduğumuz kadar zarar görmemişlerdi. Bir iki tanesi biraz eğilmişti sadece. Hepsini düzeltip bir ip ile çevrelerini bağladık ve onları sağlama almanın rahatlığı ile kahvaltıya gittik. Pazar günü yağmur çamur demeden tek çalışan dozerdi gün boyu havanın izin verdiği son rötuşları yaptı ve arsayı dikime hazır hale getirdi. Bizse arsızca dinlendik ve ertesi günkü maraton için bol bol enerji depoladık ve planlarımıza son şeklini verdik.

Ekimin 2-3 gün süreceğini düşünerek (pazar çalışamayınca iznim kafadan birgün uzamıştı bile) şöyle bir plan yapmıştık:



İlk hedefimiz 3. bölümde yer alacak meyve ve zeytin ağaçlarını dikmekti. Bu işi fidanların az olması ve çukurların kazma kürek ile açılabilecek olması sebebiyle ilk başa almıştık. Acemiliğimizi bu kısımda atar, ihtiyaçlarımızı daha iyi görür böylece büyük fidanlar için gereken organizasyonu daha sorunsuz yapabiliriz diye düşünmüştük.

İkinci etapta arizonikalar ve leylandiler ekilecekti. İlk günün sonucuna göre işçi sayısını belirleyecek ve büyük ihtimalle de daha kalabalık bir ekiple ekime devam edecektik.

Son olarak da aldığımız iki yetişkin zeytin, fıstık çamları, sarı zakkumlar ve limoni mazılar ekilecekti. Bu işi leylandilerin ekimiyle beraber halletmeyi ve tüm işi 2 günde bitirmeyi hedefliyorduk. Yoksa 1 gün daha izin almam gerekecekti :(

Ekimin paralelinde yapılacak başka işler de vardı. Bunları da şöyle özetleyebilirim :

- Damlama Sulama için
* deponun alınması ve montajı
* kuyudan depoya gelen ve bahçeye dağılan ana hatların toprak altına döşenmesi
* toprak üstü hatların döşenmesi ve ağaçlara göre vanaların montajı
- Elektirk işleri
* Damlama için açılan kanala bahçe aydınlatmaları ve kamera hatlarının da döşenmesi
* Kuyuya ayrıca çekilmiş olan elektik ana panoya taşınması ve toprak altına indirilmesi

7 Nisan Pazartesi:
-------------------------
Sabah 7:30 kalktık, kahvaltımızı yanımıza aldık ve arsaya gittik. Cumartesi günü taşımada çalışan adamları ve kazma kürek gibi ekipmanı daha önce bahsettiğim ahbabımız aracı ile toplayıp araziye getirdi.

Ekime başlayabilmemiz için kuyumuzdan su almamız gerekiyordu. Bunun için önceden 100 mt hortum ve bağlantılar için gereken aparatları almıştık. Ancak arazide bir gün önce yapılan çalışmalar dolayısı ile artezyen kuyumuzun elektik bağlantısı kesilmişti. Eşim işçilere fidanları 1 nolu arsadan 3 nolu arsaya taşıtmayı başlatıp hemen elektriği bağlama işine girişti. Elektrik ve hortum bağlandıktan sonra suyumuz hazırdı.

Bu sırada taşıma işini bitiren işçiler çukurları kazmaya başladı. Böylece ben, ahbabımız, çırağı ve 2 işçi toplam 5 kişi işe başladık. Eşim ise dikim işi dışında yürüyen damlama sulama kazıları, elektrikçi ile görüşmeler, işçilerin denetlenmesi, yemek getir götürü gibi işlerle koşturdu.



Dikim işine başlar başlamaz birşeyi unuttuğumuzu farkettik. Daha önce fidanları diktikten sonra bağlamak için yanlarına çıta çakmamız gerektiğini konuşmuş ancak çubukları hazırlamayı unutmuştuk. Marangoz olan ahbabımız hemen çırağı ile beraber ağaçlara yetecek kadar çıta kesmeye atölyeye gitti. İşçiler çukurları kazmaya devam ederken ben de bu arada arazide çukur kazma işini yapan kepçeye toprak ve gübreyi bize önerilen 1/4 oranında (aldığımız ağaçların çoğu saksıda olduğu için fidancı bize saksılarında oldukça fazla gübre olduğunu fazla koyarsak köklerini yakabileceğimizi söylemişti) karıştırtıp ağaçların dikimin yapılacağı kısma birkaç kepçe taşıttırdım. Bu arada çıtaları getiren ahbabımız ile beraber dikime devam ettik.

Dikimi yaparken dikkat ettiklerimiz şunlardı :
- Fidanı ince köklerini zedelemeden toba ya da saksıdan çıkarmak
- Çukuru fidanın gövdesindeki aşı yerinin hemen altına gelecek kadar toprak ve gübre karışımı ile örtmek
- Fidanın çukuru tamamen dolana kadar sulamak
- Fidanın çukuru suya doyduğunda ayağımız ile balçık haline gelmiş toprağı sıkıştırmak.
- Fidanı yanına çaktığımız çubuğa sağlam bir ip ile özellikle gövdesinin toprağa yakın kısmı harekete etmeyecek şekilde bağlamak.

Gün sonunda 26 zeytin ve 34 meyve (elma, armut, ayva, kiraz, papaz eriği, bardak eriği, şeftali, kayısı, portakal, limon, hünnap şu anda aklıma gelenlerden bazıları), 4 ıhlamur, 2 iğde, toplam 66 ağacın ekimini tamamlamıştık.



İlk günden çıkan sonuç ertesi gün için ez az 2-3 adam fazla çalıştırmamız gerektiğiydi. Hepimiz çok yorulmuştuk. Allahtan patron paydos vakti güzel bir süpriz yapıp soğuk bira ve çerez getirdi de gün batımında manzaraya karşı bir keyif yapıp yorgunluğumuzu azaltabildik. Dönüşte ahbabımız ertesi gün için köyden ek işçi ayarlamak için birkaç telefon konuşması yaptı. Biz de daha fazla işçi için daha fazla kazma kürek için alışveriş yaptık. Yoğun geçen günün ardından sadece sıcak bir duş alıp kendimizi yatağa atmaya yetecek kadar enerjimiz kalmıştı.

8 Nisan Salı:
--------------------
Sabah ahbabımız işçileri erkenden alıp araziye götürmüş. Bizim çok yorulduğumuzu biraz uyumamızın iyi geleceğini düşünüp bizi aramamış. Uyandığımızda hemen onu aradık. Bize işe başladıklarını, kendisinin işçilerin başında olduğunu ve bizim merkezdeki diğer işlerimizi halletmemizi orayı düşünmemizi söyledi. Sağolsun onun sayesinde rahat bir kahvaltı ettik ve merkezdeki bazı işlerimizi halledip arsaya gittik. Vardığımızda işçiler arizonikaların dikimini bitirmiş leylandilere yeni geçmişti.



İşçi sayımız daha fazla olduğu için 3 erkeğin leylandilerin dikimine devam etmesine kadınlarınsa daha hafif işleri yapmasına karar verdik ve ikiye bölündük. Erkekler dikimi yaparken biz kadınlar arizonikaların çıtalarını çakıp onları sabitledik. Daha sonra alt eve inen yol boyuna sarı zakkumları da diktik. Öğleden sonra ise asıl büyük iş olan leylandilerin sulanması diplerinin çiğnenip sıkıştırılması ve iplerle sabitlenmesi işine başladık.

Diğer ağaçlarımızın aksine bu ağaçlar 3,5 m boyunda ve çok ağır oldukları için bunları çıta ile sabitlemek bir ile yaramayacaktı. Bu sebeple işlere başlamadan önce bir demirciye hurda demirlerden toprağa çakılacak çengeller eğdirtmiştik. Bu demirleri ağaçları üç tarafından yere iple gerdirecek şekilde çakacaktık. Ayrıca ipler ağaçların gövdesini zedelemesin diye bolca çaput lazım diye düşünürken bir önceki gün nalburda bulduğumuz kalorifer borularına izolasyon için kullanılan ve havuzlarda olan makarnalara benzer bir malzeme bizi çok ucuza çaput işinden de kurtarmıştı. Kısaca malzemeler tamdı ama iş zaman alıyordu. Büyük bir hızla ve gayretle çalışmamıza rağmen gün sonunda leylandilerin ancak yarısını dikip sabitleyebilmiştik. İkinci gün bilançosu 60 arizonika + 70 leylandi + 2 yetişkin zeytin, toplam 132 ağaçtı. Üçüncü gün kaçınılmazdı ve doğrusu daha fazla uzamasından da korkmaya başlamıştık.

9 Nisan Çarşamba:
------------------------
Sabah erkenden kalkıp leylandilerin ekimine devam etmek için arsaya gittik. Tüm günümüz dikimi tamamlamaya çalışmak ve işimizi zorlaştıran hava koşulları ile boğuşmakla geçti. Ama ne yağmur dedik ne fırtına çalıştık da çalıştık.

Öğleden sonra çitçiler de geldi. Çitimizi düzeltilmesi gereken yerleri için çalışmaya başladılar. Ancak bu arada bir önceki gün kepçe çalışırken bir kaza yapmış ve yuvarladığı bir kaya ile çitlerin küçük bir bölümünü daha yıkmıştı. Yıkılan çitlerin üstüne yığılan kaya ve toprağın kaldırılması için eşim acilen gibi iki işçi daha buldu. Daha genç olan bu işçiler çit işi bittikten sonra ağaçlara da yardım etti.

Günün sonunda leylandilerin ekimleri bitmiş ama çam ve diğer kalan ağaçlar ile sulama ve sabitleme işinde eksikler kalmıştı.



Diğer işlerden ise damlama sulama ve elektrik kablolama işinin büyük kısmı bitmişti. Ertesi güne sadece dikimi tamamlanacak ağaçlara yüzey sulama borusu çekilmesi, deponun montajı ve devreye alınması ve damlama sulamanın tamamen denenmesi kalmıştı.

Ancak bizim en geç öğleden sonra yola çıkmamız gerekiyordu. Allahtan şans yüzümüze şöyle bir şekilde güldü. Son gün bulduğumuz iki genç işçi pek becerikli ve sorumluluk sahibi çıktılar. Perşembe günü sadece ikisi gelecek ve kalan işleri yapacaktı.

10 Nisan Perşembe:
-------------------------
Sabah 9:00'da arsada işçiler ile buluştuk ve onlara yapılacak işleri tarif ettik. Bir yandan da 8 tonluk depomuz gelmiş montajı yapılmaya başlanmıştı. Son günümüz olduğu için merkezde de işlerimiz vardı. Bu sebeple işçileri işlerle başbaşa bırakıp merkeze gittik. İşin en sevimsiz kısmı olan ödeme işilerini halettik ve arsada son bir kontrol yaptıktan sonra eşyalarımızı toplayıp yola koyulduk. Gece 2:30'da aklımız İzmir'de, bedenlerimiz ise İstanbul'daki yatağımızdaydı.

İşçiler, bizim yol boyu aklımıza gelen işler listesini telefonla iletmemiz sonucu ertesi gün de çalıştılar. Sulama için de aralarından bir tanesi ile anlaştık artık haftada 2 kere arsaya gidip damlamayı açacak ve sulamyı beklerken de eksiklerle ilgilenecek. Hedefimiz ileride aylıklı birini çalıştırmak ama daha bunun için biraz erken.

Bundan sonra ki planımız 25 Nisan'da tekrar gitmek (bu sefer ben izin almayacağım sadece haftasonu kalıp döneceğim ama eşim birkaç gün daha kalacak). Bu sefer hedefimiz eksik kalan mandalina ağaçlarımızı dikmek ve evin taş işlerini başlatabilmek. Bakalım bu sefer bizi neler bekleyecek...

Not :
1- Yazdıklarımın okunduğunu bana hissettiren ve bu yazıyı bir an önce yazmam için beni teşvik edenlere teşekkür ediyorum.
2- Uydu görüntüsü üzerinden çizdiklerim kafanızda arsanın yemyeşil olduğu izlenimini uyandırmasın çünkü küçücük fidanlar koca arazide henüz zorlukla görünüyor. Ama biryerden başladık işte diliyorum ki fidanlarımız tutsun da önümüzdeki senelerde yemyeşil bir bahçemiz olsun.
3- Bu macera burda bitti sanmayın bir sonraki yazıya bıraktığım bir sürü detay var. İzlemeye devam edin ;)

Merak edenler için ek:
- Ağaçlar 3.500 YTL.
- Erkek işçi yevmiye 45 YTL, kadın işçi yevmiye 25 YTL.
- 8 tonluk toprak altı depo 1.850 YTL.
- Damlama sulama maliyeti 2.700 YTL
(3000 m toprak üstü + 300 m toprak altı ana hat + Depo bağlantıları dahil)
- Elektrik işleri maliyeti 850 YTL.
- Ağaçların dikiminde kullanılan malzemeler 300 YTL
(kazma, kürek, hortum, demir, ip vs.. )
- 1 kamyon gübre 650 YTL
- 24 m3 toprak 504 YTL
- Çeşitli işler için kullanılan mıcır + çimento + kum = 50 YTL
- Bu harcamalardan kredi kartı ile yaptıklarımız sayesinde kazandığımız puanlarla
uçak biletim bedava :)

2 Nisan 2008 Çarşamba

Arsamıza bahar gelsin...

Sıra nihayet ağaçları ekmeye geldi:) Eşim hala İzmir'de ben de haftasonu için uçak biletimi aldım bile. Cumartesi sabahı ilk uçakla gidiyorum. Ben gider gitmez ağaçların dikimine ve damlama sulama için boruların döşenmesi işine başlanacak.

Ağaçlar ile ilgili daha önce bir yazı yazmıştım ancak biraz araziyi kullanım planlarımızdan bahsetmek istiyorum. Daha önce arsanın uydu fotoğrafını yayınlamıştım.Aynı fotoğrafa birkaç ek yaparak detay planları da anlatmak istiyorum.



Yukarıdaki resimde görüldüğü üzere planlarımızda araziyi üç ana bölüme ayırdık.

Bölüm 1 :

Evlerin de içinde olduğu bu bölüme fotoğrafta görülen şekilde giriş yolu ve ileride de havuz yapılacak. Bütün arazi içinde sadece bu alan süs bahçesi olarak düzenlenecek. Yani daha çok çim, süs bitkileri ve çiçekler ekilecek. Bu alanda sınıra leylandi -kuzey rüzgarını kesmesi için- , iç kısımlara ise süs ağaçları ve yine rüzgarı kessin diye 1-2 tane de büyük zeytin ve çam ağacı ekmeyi düşünüyoruz.

Bu arada süs bahçesi dediysem asla çok düzenli ve süslü bahçeleri sevmemişimdir. Her zaman doğal ve daha kır havasındaki bahçelere özenirim. Örnek olması açısından aşağıya 1-2 fotoğraf koyuyorum.





Hatta çim olarak da mümkünse biçilmeyen bir tür bulmak istiyorum. Doğal bir halde kır görüntüsünde olsunlar. Aşağıdaki fotoğraftaki çimimsi hayalimdekine mükemmel bir örnek.



Bölüm 2 :

Bu kısım birinci bölümden yaklaşık 2 m düşük kotta bu sebeple oldukça rüzgar açısından kuytu ama manzaranın tüm çekici kısmını görüyor. Eğer ilerde mevcut ev yerine yeni bir ev yapmaya karar verirsek bu ev fotoğrafta çarpı ile işaretlenen yerde olacak. Ama o zamana kadar bu kısım için planımız burayı ağaçlandırıp küçük bir koru haline getirmek. Ağaçların arasına yürüyüş yolları yapmak. (Hatta bu amaçla bir köylüde bulduğumuz eski ahşap demiryolu traverslerini almıştık, şu anda arazinin içinde değerlendirilecekleri günü bekliyorlar.)Bu bölümün düzenli bir bahçe olmasını istemiyoruz. Aşağıdaki gibi kır havasında bir alan olacak.



Çit çevresi boyunca leylandiler olacak. Leylandileri sık ekip bir çit gibi biçerek şekillendirmeyi düşünmüyoruz. Ağaçları birerbuçuk metre ara ile dikecek ve koni biçimli büyümelerini sağlayacağız. Bu şekilde herbiri ağaç formunu koruyacak ama zamanla büyüyüp birbirine yaklaşacğı için doğal bir çit de oluşturacak. Alanın bir köşesine bir küçük bir çamlık alan yapabiliriz. Şimdilik burayı tıka basa ağaçlarla doldurmak gibi bir hedefimiz yok, biraz yeşillensin yeter. Zamanla bu alanın kullanımı konusunda fikrimizi kesinleştirip ona göre düzenlemeler yapacağız.

Bölüm 3 :

Bu alanı ise zeytinlik, meyve ve sebze bahçesi olarak kullanmayı planlıyoruz. Bu bölüm 2 numaralı alandan aşağıda görünen kıvrımlı yola kadar uzanan bir yamaç. Yani eğimli bir arazi. Günaybatı cepheli bu yamaç hem rüzgara karşı korunaklı hem de gün boyu güneş alıyor. Bu sebeple meyvelerin yetişmesi için ideal bir ortam olacağına inanıyoruz. Ayrıca bir köşesine küçük bir sera yapmak da planlarımız arasında.

Bu kısmı daha önce arazideki diğer tesviye işlerini yaptırırken teraslatmak istemiştik ancak araziye gelen araç bu işi yapmaya uygun değildi. Daha güçlü ve büyük bir araç gerekiyordu ve o zaman böyle bir araç için saati 240 YTL fiyat istediler. Bize bu konuda akıl verenlerin çoğu da teraslama olmadan da bu arazinin değerlendirilebileceğini söyleyince biz de o zaman için bu fikirden vazgeçmiştik.

İyi ki o anda acele etmemişiz. Sonradan su araştırmaları sırasında tanıştığımız ve daha önce bahsettiğim ekolojik tarımla uğraşan komşumuz bize bu alanın ekimi konusunda önemli önerilerde bulundu. Ayrıca kendi firması bünyesinde böyle bir aracın bulunduğunu ve saati 120 YTL'ye bize kullandırabileceğini söyledi. Şu anda araç arazimizde çalışıyor ve eşimin telefonda aktardığına göre de sonuç çok iyimiş.
Hatta arazinin bir kısmında aklında olan bir düzeltme daha vardı ama çitlerin küçük bir bölümünü sökmeyi gerektiriyor diye bundan vazgeçmişti. Sanırım bu konuda da aynı kişiden yardım almış ve çitlerin o kısmını söküp orayı da düzelttirecekmiş. Benim yokluğumdan faydalanıp çılgın işlere girişti yine :)) Ben gidene kadar bu işlerin bitmiş olmasını diliyorum. Gider gitmez arsanın son halini fotoğraflayacak ve sizinle de paylaşacağım.

31 Mart 2008 Pazartesi

Şııııırrrrrrr



Az önce telefonum çaldı, açtım, şırıl şırıl bir su sesi. Bu da yeni bir tür telefon sapığı herhalde, çişimi getirmeye çalışıyo :) diyecektim kiii eşimin "bil bakalım bu ne sesiii" diyen sesini duydum.





Evveeet başardık!!! Kuyumuz nihayet açıldı ve suyumuz akmaya başladı.Şimdi izninizle biraz mutluluk dansı yapacağım, detaylar azzz sonraaaa....

___________________________________



Kuyumuzdan su çıktığı anda çok rahatladığımı itiraf etmeliyim. Sondaj için 115 YTL/m ye anlaştığımız firma su çıkmasa da bizden 90 YTL/m alacaktı. 200 m' lik bir kuyuda su çıkmasa bile yapmak zorunda kalacağımız masraf günlerdir uykularımı kaçırıyordu. Hem paradan hem de sudan olmak vardı. Neyse ki şans bizden yana gitti de suya kavuştuk. (Toplam harcama 24 YTL - KDV dahil)

Kuyu ile ilgili şu detayları vermeliyim. Su aslında 130 m de çıkmaya başlamış ancak biz yaz aylarında yaşanan kuraklıklara küresel sınıma sebebiyle gelecek yıllarda beklenenler eklenince yeraltı sularının gittikçe derinlere çekilmesi riskini de düşünüp kuyuyu 200 m'ye kadar indirmeye zaten karar vermiştik. Hemen hemen herkes de bunu tavsiye etti zaten. Bu arada sondaj için verilen fiyatlar zeminin yapısına, kuyunun derinliğine göre çok değişiyor. Yani bizim verdiğimiz fiyatları kendinize hemen baz almayın. Sondaj firmaları size uygulayacakları tam fiyatı vermek için mutlaka zemin etüdü raporunu istiyor.

Tüm bunların yanında kuyumuza bir de pompa masrafı yapacaktık ki bir arkadaşımızın kullanmadığı bir pompası olduğunu öğrendik ve bunu bize vermeyi teklif edince çok sevindik :) Böylece en azından kendisi ihtiyaç duyana kadar pompayı kullanabileceğimiz için şu anda bu masraftan kurtulduk (en az 2000-3000 YTL) . Dalgıç pompamız şu anda 100m de çünkü daha aşağıda olmak için gücü yeterli değilmiş. Ama zaten bu seviyede bile su sağlaması kuyumuzda 100 m birikmiş su var demek oluyormuş. Akan suyun kalınlığı ise 1,5 inchmiş. Çok gürül gürül sayılmaz ama bize yeteceğini söylediler. Zaten hedefimiz 30 tonluk bir depo alıp suyu pompa ile buraya basmak ve ihtiyacımız olanı depodan kullanmak.

Maalesef bu noktada ciddi bir harcama yaptık ama daha önce de söylediğim gibi su hayat demek. En azından ellerimiz boş kalmadı diyerek kendimizi avutuyoruz :)

27 Mart 2008 Perşembe

Orda bir ev var uzakta...


Daha önceki yazılarda bahsetmiştim aldığımız arsanın içinde 2 tane de taş ev var. İkisi de kaba halde. Dış taş duvarları örülmüş, iç bölmeleri yapılmış, birinin de çatısı ve ferforje pencere demirleri yapılmış. (bkz. sağdaki foto). Evleri ilk gördüğümüzde planlarının kötü olduğunu farketmiştik ama doğrusu zaten bonus oldukları için olmadı yıkarız diye önemsememiştik. Fakat yapılmış bir şeyi yıkmak söz konusu olunca insan bir türlü de kıyamıyor. Biz de uzun bir süre yıkmakla yıkmamak arasında gittik geldik.

Evlerin başlıca kusuru arazideki yerleriydi. Çok kötü olmamakla beraber, biz olsak oralara koymazdik. Sonra taş ustalığı çok iyi değildi. Hele iş iç bölmelerine geldiğinde özellikle çatısı yapılmış olan çok kötü tasarlanmıştı. Evin manzara gören cephesinde banyo ve tuvalet vardı :) Ev manzaraya arkasını dönmüş gibiydi. (Asagida cepheleri numaralandirdiğim fotoğrafa bakarsanız 4 numaralı cephenin içler acısı durumunu görebilirsiniz) Evleri kullansak bile içlerini baştan tasarlamamız şarttı. Ayrıca evler küçüktü yani en azından bizim istediğimizden küçüktü. Evlerin ölçüleri birbiri ile aynıydı. Dış ölçü 8x10 m, taş duvarların kalınlığı 50 cm olduğu için içten içe de 7x9 yani taban alanı olarak net 63m2 olacak şekilde 2 kattı.

Bir yandan evlerin kusurlarını görmezden gelemiyor, diğer yandan da zaten kısıtlı olan paramızla elimizde hazır olan birşeyi yıkıp sil baştan birşeyler yapmanın çok mümkün olmayacağını, en azından hayallerimize ulaşma süresini uzatacağını görüyorduk. Hal böyle olunca şu kararı verdik: Öncelikli amacımız oraya yerleşmekti. Bunu en kısa yoldan yapmalı, sonra ordaki şartlara göre tasarılarımızı şekillendirmeliydik. Yani çatısı olan evi, tasarımındaki bozukluğu giderip çok lükse kaçmadan ama içimize de sinecek şekilde oturulabilir hale getirecektik. Bu eve taşınıp orda yaşamaya başladıktan sonra da ikinci evi ve arazi ile ilgili diğer projelerimizi değerlendirecek ve ondan sonraki adımların kararını o zaman verecektik. Bu karar işimizi kısmen kolaylaştırdı tabii. Hedef somutlaşınca yapılması gerekenlerin listesi çıkmaya başladı.

Aşağıya arsanın Google Earth'den aldığım uydu fotoğrafını, evin 4 cephesinin dış görünüşlerinin ve manzaraya göre konumunu gösteren fotoğraflarını koyuyorum ki bahsettiğim şeyler gözünüzde daha rahat canlansın :)






Öncelikle evin taş duvarları hariç tüm iç duvarları yıkılacaktı. Sonra manzara cephesinde (4 no'lu cephe) yer alan 2 küçük pencere birleştirilip aşağıya doğru büyütülecek ve tuvalete uygun bulunan duvar gerçek kimliğine kavuşturulacaktı :) Sonrasında iç cepheden sıva ile kapatılmış taş duvarlardan sıva temizlenecek ve taş açığa çıkarılacak, taş duvarların derzleri düzeltilecek, evin içine ahşap asma kat ve iç bölmeler yapılacak ve teras büyütülecekti. Bundan sonrası ise tesisat ve ince işlerdi.

İlk adımlar taş işçiliği olduğu için çitlerimiz için gittiğimizde taş ustalarını araştırmaya başladık. Bir kaçını götürüp fiyat ve fikir aldık. Bu görüşmeler sırasında yeni bir süpriz olarak istinat duvarlarımızdan birinde de sorun olduğunu ve taş işine girişince onu da yaptırmak zorunda olduğumuzu farkettik. Fiyatlar çok ilginçti evin iç kısmının yıkımı + temizlenmesi + evin iç kısmında sıva yapılmış alnalrın temizlenip taşın açığa çıkarılması + taş duvarda camın açılması + terasın büyütülmesi + derzlerin yapılması ve istinat duvarındaki tamirat için paket halinde istediğimiz fiyatların ilki ile sonucusu arasında yarı yarıya fark vardı :) Son bulduğumuz ustanın fiyatlarını beğenip, işçiliği konusunda da çevreden referasının iyi olduğunu görünce aklımız onunla çalışmaya yattı. Fakat bu iş de arazide su çıkmasını beklemek zorunda olduğu için zamanlamaya daha sonra karar vermek üzere usta ile sözleşip ordan ayrıldık.

İstanbul'a döndükten sonra rahat rahat fikir jimnastiği yapabilelim diye evin rölövesini çıkarmıştım. Ordaki şartlarda ancak bir deftere karaladığım rölöveyi gelir gelmez elektronik ortama aktarmayı planlıyordum. Ama planlar her zaman hayata geçemiyor :) Döndükten sonra işe güce dalıp uzun bir süre defetere karaladıklarımı oldukları yerde unuttum. Fakat geçtiğimiz hafta internette dolaşırken SmartDraw diye bir programa rastladım. Nerden girdim hangi linki takip ettim de kendimi bu sayfada buldum hiç bilmiyorum ama görünce kafamda bir ampul yandı. Baktım 7 günlük bri deneme sürümü var hemen indirdim ve kurdum.

SmartDraw adından da anlaşıldığı üzere bir çizim programı. Dekorasyondan, peysaja, akış şemasından web sayfasi dizayna kadar geniş bir yelpazede kütüphaneleri mevcut.
Tabi benim ilgimi direk olarak ev planı ve dekorasyon kısmı çekti. Rölövelerimi elektronik ortama geçirmek için güzel fırsat dedim ve başladım çalışmaya.

Evin ölçekli planı çıkınca o kadar heyecanladım ki ne zamandir kafamda dönüp duran ve her fırsat bulduğumda sağa sola çiziktirdiğim iç bölmeleri, mutfak banyo ve eşya yerleşimlerini de çizdim. Aşağıda aklıma en çok yatan planı görebilirsiniz.

Planı özetlersek :

Alt katta; merdiven altına portmanto+ayakkabılık+depo olacak bir alan, mutfak, yemek alanı, salon, çalışma alanı, teras

Üst katta; yatak odası, banyo , açık bir çalışma ve dinlenme alanı (burası aynı zamanda açılınca 2 kişilik yatak olan daybedimiz sayesinde gelen misafirlerimiz için de yatak odası -alanı mı demek lazım :)- olacak ), balkon





Planlarla ilgili birkaç noktayı da açıklayayım ki herşey daha net olsun :

1- Evi olabildiğince az bölmeye ayırmak istedik. Buna hem evi geçici kullanacağımız ve bu süreçte çok odaya ihtiyacımız olmayacağını, hem alan çok büyük olmadığından küçük küçük odalar yerine açık mekanların daha kullanışlı olacağını, hem de gelecekteki olası planlarımıza bu şekilde daha uygun olacağını düşündüğümüz için karar verdik. Mahremiyet ihtiyacı duyulan geçici durumlar içinse pratik bir çözüm olacağına inandığım paravanlar kullanmayı planlıyorum.

2- Planda pembe olarak görünen alan galeri şeklinde bırakıldı yani bu kısımda ikinci kat tabliyesi yok, bölüm zeminden ikinci katın tavanına kadar açık. Buna da evin şu andaki halinden ilham alarak karar verdik. Şu anda evin yarısı bu şekilde galeri gibi bırakılmış ve gerçekten eve bambaşka bir hava katıyor. Biz biraz daha cimri davrandık ve üst katta daha fazla kullanım alanı yaratmak için evin yaklaşık 1/4 ünü bu şekilde bıraktık. İkinci katta yer alan çalışma odasının da bu alana bakan kısmı da balkon gibi sadece bir korkuluk ile çevrelenmiş olacak. Yani üst katta sadece yatak odası ve tuvaletin olduğu kısımda duvar olacak.

3- Mevcut teras bizim için küçük geldiği için evin 2 cephesinin önünü tamamen teras haline getirmeye karar verdik. Teras'ın üzeri daha sonra ahşap pergole olacak.

4- Üst katta bulunan mevcut betonerme balkon yıkılacak, bir önceki maddede yazdığım pergolenin 4 nolu cephede kalan kısmının üstü cephe boyunca büyük bir balkon olacak.

5- Evi planlarken kullandığımız eşyaların çoğu şu andaki evimizin eşyaları. Giderken mümkün olan en az masrafla gitmek istiyoruz bu sebeple de mevcut eşyalarımızın daha yeni olduğunu gözününe alarak onlardan olabildiğince faydalanmamız gerekiyor. Planı kafanızda canlandırmaya yardımcı olması için aşağıya eşyalarımızın şu andaki evimizdeki fotoğraflarını koyuyorum. Yeni eşyalar içinse ilerleyen zamanlarda oluşacak alternatifleri sizinle paylaşacağım.



 
Clicky Web Analytics